Futbol, yalnızca sahada oynanmaz. Bunun backgroundunda bir saha dışı olaylar ve kurumlar silsilesi vardır ki bu, ortaya konulan futbolda oldukça önemli rol oynar.
Bir takımın oynadığı futbol veya genel olarak futbol inceleneceği -analiz edileceği- zaman genel veya özel olarak taraftarlık kurumuna da ayrıca göz atmak gerekir. Taraftar demek, futbolu döndüren topluluk demektir. Taraftar; duygu, âidiyet, aşk, sevgi, holiganlık kavramlarını toptan içine alır çünkü taraftarlık, beklenti demektir. Taraftar, takımından bir beklenti içerisindedir. Seven, sevdiğine katma konusunda oldukça cömerttir. Ancak bütün bu katmalar kendisinin çok daha büyük kazanca geçmesi içindir. Bu yüzden taraftar; ömründen, parasından, canından verir. Verdikçe daha büyük beklenti içerisine girer. Yıllar geçtikçe ve beklenti karşılanmadığı sürece o beklenti daha çok büyür. Kulüp, mâşuk; taraftarsa âşıktır.
Beklenti hiçbir zaman ilk günkü gibi kalmaz. Hedefler tamamlandıkça daha büyük hedefler ortaya çıkar.
Burada öyle toksik bir ilişki vardır ki taraftar, oyuncusundan kendisinden bile daha fazla taraftar olmasını ister. Bu yüzden futbolcuda, âidiyet ve vefâ arar. Çünkü sevmiştir. Çünkü gol atıldığında birlikte sevinilmiş, gol yendiğinde birlikte üzünülmüştür.
Konu Türkiye olunca bu tür âidiyet ve vefa, çoğu zaman futbolcunun futbolculuğunun da önüne geçebiliyor. Sonuçta futbolcu, futbolu bir iş olarak yapmaktadır. Transfer olacağı kulubü belirleyecek olan da yalnızca kendisi değildir. Hiçbir futbolcunun sırf inat olsun diye -birkaç istisna hariç- rakip takıma gitmeyeceği de ortadadır. Dolayısıyla endüstriyel futbolda her futbolcu, geleceğini garanti altına alabilmek adına bir şeyler yapmaktadır.
Şimdi eminim ki birileri bu “Endüstriyel Futbol” terimine karşı çıkacak.
Bugün (21.05.2021) Transfermakt, Süper Lig için piyasa değeri güncellemesini duyurdu. Özellikle son birkaç yıldır kulüplerin borç yükünün artmasıyla kulubü adına fahri menajerlik ve muhasebecilik yapan tipler ortaya çıktı. Tuşlara basmayı bilen herkesin her futbolcunun istatistiklerine ulaşabildiği bugünlerde futbolcular üzerine fiyat konuşuluyor, alınacak bonservis gelirleriyle kimlerin alınması, kimlerin kalması, kimlerin maaşının artırılması üzerine derin entelektüel sohbetler yapılabiliyor.
Elbette bu teknolojik devrim çok iyi sonuçlara da yol açtı: Twitter, İnstagram ve Facebook’ta çok iyi futbol sayfaları açıldı. Yalnızca futbol üzerine yayım yapan çok iyi bloglar var. Gerçekten saha içine odaklanan, futbolun teknik terimlerini bilen, futbol üzerine düşünebilen taraftarlar yetişmeye başladı.
Mesele veriye ulaşabilmekte değil verileri okuyabilmekte. Bunun için de sosyal bilimlerden oldukça fazla yararlanmanız gerek. İyi bir veri analisti olmanız gerek. En azından klasik mantık bilmeniz gerek. Eğer bunlar yoksa çok üst düzey bir futbol bilgisine sahip olmanız gerek ki eksiklerinizi tecrübe ile kapatasanız. Söylediklerimi yapabilenler zaten futbol yorumculuğunda başka bir levelde oluyorlar. Onlar da gerekli takdiri topluyorlar. Futbola oldukça multi-disipliner bakan insanlar var. Ortaya bambaşka ama hoş şeyler çıkıyor. Çünkü nihayetinde Cem Dizdar’ın da dediği gibi “Futbolda biraz her şey, her şeyde biraz futbol vardır.” Ve “Futbol, önemsiz şeyler içerisinde en önemlisidir.”
Diğer tarafta şu menajer ve muhasebeci tipler, futbola etmediğini bırakmıyor. Kulubün hesap kitabını tutmasını geçtim, özellikle genç futbolcular üzerinde para konuşarak futbolcuyu mental olarak çökertiyorlar. Birçok futbolcu, kendisine ödenen rakamın altında erimiştir klişesini biliriz. Günümüzdeyse piyasa değeri kıstaslarının değişmesi ve gelişmesiyle birçok futbolcu da kendisine değer biçilen rakamın altında henüz bonservisi ödenmeden erimektedir. Futbolcu üzerinden para konuşmak, futbolcunun mesleğine saygısızlıktır. Futbolda hâlâ âidiyet, sevgi gibi duyguları arayanlar işine geldiğinde tüccara dönüşmekten çekinmiyorlar. Işin daha da garibi bu menajerler içerisinde Sülün Osman gibi tiplerin de olması. Hiç olmayacak futbolculardan öyle büyük paralar talep edilmesini istiyorlar ki duyunca şöyle okkalı bir “Vaaay beeee” diyorsunuz.
İşine geldiğinde futbol endüstrisinin en kapitalist babalarına dönüşen taraftarlar, işine gelmediğinde aynı futbol endüstrisine lânet okuyorlar. “Bizi para için sattı.” argümanı taraftarların aralarında yaptığı en fırtınalı muhabbetlerden biridir. Aynı futbolcu, sana para için oynadı ve para kazandırdı. Hele sonunda o futbolcudan bonservis bedeli aldıysan konuşmaya hakkın hiç yok çünkü aynı sen futbolcunu para için satmış oluyorsun.
Ben bunun sevgiyle izah edilmesine karşıyım. Saplantının olduğu yerde sevgiden de aşktan da bahsedemeyiz. Bir futbolcu gitsin, gittiği yerde mutlu olacaksa. O futbolcu gitsin, gittiği için mutlu olacaksam. Biten bir ilişkiyi devam ettirmeyi istemenin bir anlamı yok. Futbolcuyu elinde tutmak, yenilerini bulmak, yöneticinin görevidir. Taraftar bunun için neden parçalansın ki? Hem taraftarın görevi, kulüp yönetmek değil taraftar olmaktır. O yüzden bir taraftardan asla yönetici olmaz çünkü yönetim duygu değil akıl işidir. Böyle gittiği sürece birileri, her başarısız olunduğunda “Kimse bizim bu kulübe olan sevgimizi sorgulamasın.” açıklamasıyla şov yapar.
Elbette duygular önemlidir ama bir şeyler çoktan değişti. Bu değişime uyum sağlayacak olan da insanlar. Eskinin de yeninin de kendine göre yanlışları vardır. Eğer kolektif bir hareketten söz ediyorsak -ki taraftarlık öyledir- ne zaman işimize göre davranıp ne zaman işimize göre davranmayacağımızı nereden bileceğiz? Otoriteye saygı olmadığı yerde amigo veya amigo yorumculara nasıl güveneceğiz veya güvenebiliyor muyuz? Bu, oldukça post-modern davranış, bir yerde patlak verdiğinde ne yapacağız? Kendi kafamızdaki futbol anlayışının, bugünküyle bir ilgisi olmadığını gördüğümüzde nasıl tepki vereceğiz? Bir şeylerin değişmesi için bizde, içimizde, anlayışımızda bir şeylerin değişmesi gerekmez mi? Futbolun saha dışını bilimle sınırlandırmak, bu konuda diğer disiplinlerle alişveriş hâlinde bulunmak, çok daha kıymetli değil mi?
Türkiye’de sistemler; futbolcu üzerinden yürüdüğü, taktiksel anlayışın ve sadakatin zayıf olduğu sürece bu tür avare tartışmaları ve muhabbetlere daha çok şahit olacağız. Ancak ilk defa bu senenin ikinci devresinde bir şeylerin değişebileceğine, oyuncu grubunun uyumsuz ve yetersiz olmasına rağmen bir şeyleri kovalayan teknik direktörlerin varlığına tanık olduk.
O sistemi kurduktan sonra U-19 oyuncularıyla da çıksanız takır takır oynarsınız. Mesele sistemi kurabilmektir. Cesaretinden ötürü Farioli’yi tebrik ediyorum.