GİRİŞ

1001 Kitap adlı yazı dizimin ilk bölümünde popüler bir edebiyatçıyı ve eserini ele alırken popüler kültürün, bazı yazar ve eserlerini yüceltirken bunları kendine göre biçimlendirdiğinden bahsetmiştim. 

Bir şey popüler diye “kötü” değildir. Bütün iyi şeyler de gözümüzün ötesinde olmaz. 

Yaşadığı nörolojik bir problem sonrası çalışmalarını kırkar dakika aralıklarla devam ettirmek zorunda kalması, Nietzsche’yi aforizma denilince akla ilk gelen isim yapmıştır. Onun keskin zekâsından çıkan keskin sözler felsefî olduğu kadar edebî bir değer de taşımaktadır. Ancak onun sözlerinin felsefî arka planı ya görmezden gelinmiş ya anlaşılmamış veya yanlış anlaşılarak büyük felaketlere sebep olmuştur.

Nietzsche’nin herkesin anlayabileceği kadar açık ama bu açıklığın da ancak ilgili kimseler tarafından anlaşılabilecek olmasının bir diğer nedeni kendisini, bir nevi peygamber olarak görüyor olmasıdır. Onun metinleri ama özellikle Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü bir kutsal metin mahiyetindedir. Onun görevi insanları, hocası Schopenhaur’un ve bir zamanlar kendisinin de düştüğü “Nihilizm” girdabına karşı uyarmaktır.

1. Büyük Acıların Sancısında Geçen Bir Hayat

Nietzsche, 15 Ekim 1884’te Almanya’nın küçük bir köyünde “Lütheryen” bir papazın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Çok küçük yaşlarda kalbinde Hırıstiyan sevgisiyle büyümeye başlamıştır. Nietzsche, henüz 4 yaşındayken babası nörolojik bir rahatsızlığa yakalanmış. Önce kör olan babası, daha sonra yataklara düşmüş. Kücük Frederich, babasıyla birlikte ızdırap çekmektedir. Bir sene süren bu dayanılmaz ızdırabın sonunda baba Nietzche, beyninin 1/4’ünün yok olmasıyla acılar içinde ölmüştür. 

Nietzsche’yi hayatı boyunca rahatsız edecek ontolojik sorgulamaları, babasının cenazesiyle birlikte başlamıştır. Henüz cenazedeyken Nietzsche, Tanrı hakkında düşünür. Babası çok iyi bir insandır ve ibadetlerini hiç aksatmamaktadır. Öyleyse neden acılar içinde ölmüştür? Tanrı, babasını neden cezalandırmıştır? 

Nietzsche, papaz olmak için üniversiteye gittiğinde İncil’i mitolojik bir eser olarak yorumlayan görüşlerle karşılaşır. Kır yaşamından ayrılıp modern şehrin dinamikleriyle karşı karşıya kalması, modern yaşamı tanıması, Nietzsche’de Tanrı’nın varlığıyla ilgili şüphelerin derinleşmesine neden olmuştur. 

Nietzsche; Hıristiyan öğretinin, insanı dünyadan uzaklaştırarak insanlığa zarar verdiği görüşündedir. Ona göre Hıristiyanlığın suçu, affedilecek derecede değildir. Nietzsche, mutlu olabilmek adına dini terk etmesine rağmen aradığı mutluluğu bir türlü bulamamıştır. 

Hıristiyan öğretiyi reddettiğinde oluşan derin boşluğu, ne kendisi ne de diğer insanlar doldurabilmektedir. Hıristiyanlığın inkârı, anlam arayışına neden oluyor ve cevabı bulunamayan her bir soru insanı daha çok bunalıma sokuyordu. 

2. Üstinsan’a Doğru

Schopenhaur’un felsefesiyle tanışması, çalışmalarının “üstinsan”ı oluşturmaya yönelik gelişmesine neden olur. Schopenhaur’a göre insanın mutsuzluktan kaçmasının bir yolu yoktur. Çünkü insan, istediğine kavuşamayınca mutsuz olmaktadır ancak istediğine kavuştuğunda da bir süre sonra doyuma ulaşıp yeni şeyler istemektedir. Bu da insanı sonsuz bir mutluluğa sürüklemektedir. 

Nietzsche, bunu farklı şekilde yorumlar. Ona göre doğadaki bütün canlılar, güç istencinin peşindedir. Mutlu olmanınsa yolu vardır: Kaderine razı olmak. Kaderini sev olarak çevrilebilecek Ecco Homo‘ya göre acı, mutluluk için kaçınılmazdır. Eğer insan acıyı bir kazanım olarak görürse mutluluğun tadını çıkarabilecektir. İnsanın başına gelen her şeyin sorumlusu, yalnızca insanın kendisi değildir. Tanrısız bir evreni anlamlı kılmak için üstinsana düşen sorumluluk, kendi değerler sistemini oluşturmaktır. 

Bu yıllarda tanıştığı Louis Solomos‘tan aşkına karşılık bulamayınca kendini çalışmaya verir. 5. İncil dediği Böyle Buyurdu Zerdüşt’ü yazar. Tanrı’nın ölümü ve üstinsanla ilgili fikirlerini Nietzsche, bu kitabında açıklar. İyiliğin ve Kötülüğün Ötesinde adlı eserinde Hıristiyanlığın, insanlığı baskılayıp gerçekleri reddettiği ve insanı kendisinden nefret ettirdiği yönündeki düşüncelerini açıklar. Mutlaka Böyle Buyurdu Zerdüşt ve İyiliğin ve Kötülüğün Ötesinde ile peş peşe okunulması gereken Ahlâkın Soy Kütüğü’ndeHıristiyan ahlakın derinine iner ve bir başka çatışmadan, Efendi- Köle ahlâkından, bahseder. Güç istencinden bağımsız olarak düşünülmeyecek bu görüşe göre Hıristiyanlığın; fakirlere, düşmüşlere, âcizlere acıması bu kimselere hiçbir yararı olmadığı gibi onları tembelliğe sürüklemektedir. Buna göre fakirlere acımanın hiçbir gereği yoktur. İnsanlık, daha iyi yerlere gelebilmek için Hıristiyan ahlâkından uzaklaşmalıdır. Nietzsche; Sosyalistlerin, bu Hıristiyan ahlâkından hâlâ bir iz taşıdığını söyler. 

.3. Nihilizm’e Karşı Çözüm

“Tanrı öldü.” sözü Türkçe düşünüp yazan insanlara elbette oldukça anlamsız gelebilir. Hatta Nietzsche’yi “biraz” okumuş olanlar, Nietzsche’nin birbiriyle çelişen fikirlere sahip olduğunu düşünebilir. Esasen Nietzsche, sanıldığı gibi Nihlilist değildir. Nietzsche’nin felsefesi, insanlar Nihilizm’e düşmesin diye, kişisel gelişimlerini sağlaması yönündedir. Nietzsche, çağının hastalığı Nihilizm’e karşı insanları uyarmakta, bu hastalığın ileride daha kötü sonuçlar doğurmasına engel olmak istemektedir. 

O dönemlerde Nihilizm, Tanrısızlığın, değerleri yitirmenin sonucunda düşülen bir tuzaktır. Nihilizm’e göre hayatın anlamı yoktur. Hayat, bir hiçtir. Oysa Nietzsche’nin tecrübeleri ona insanın anlam arayışının durmadan devam ettiğini gösterir. Nietzsche, hem kendi bunalımımdan kurtulmak hem de insanları bu buhrandan kurtarmak için bir çözüm yolu üretmek zorunda hisseder. 

4. Trajik Bir Yaşamın Felsefesi

Başa dönelim.. Baba Nietzche’nin, Luther mezhebine bağlı bir papaz olduğunu görüyoruz. Çok küçük yaşlarda babasından din eğitimi alan Nietzsche’nin Hıristiyanlık tarihine güzel bakması zaten beklenemez. Babasının ölümü, onda Tanrı’ya ilk bıçağı vurmuştur. Daha sonra yazdığı mektuplardan babasının henüz cenazesindeyken Tanrı’yı sorgulamaya başladığını anlıyoruz. Bu bağlamda üniversitede İncil’i mitik bir metin olarak yorumlayan görüşlerle tanışması da tesadüf değildir. 

Yine bundan hareketle Nietzsche, klasik bir Katolik düşünür gibi Katolizm’i dolayısıyla Hıristiyanlığı kör bir tavırla reddedemezdi. Onun Protestan geçmişi buna engel olurdu. Bunun yerine çözülmeci ve bozulmacı bir teori geliştirmenin yolunu seçti. Ona göre dine artık inanılamazdı ama bu inançsızlık da çeşitli sorunları beraberinde getiriyordu. Artık ne dinle oluyordu ne de dinsiz. İnsanlık, sağlıklı bir şekilde devam edebilmek adına dine özlem duyuyordu. 

5. Avrupa’nın Kökeninde Tanrı’nın Ölümü

Tanrı’nın ölümü, Avrupa’ya çok da yabancı olan bir kavram değildir. Antik Yunan’da Tanrılar birbirini öldümektedir. Hatta buna deicide adı verilmektedir. Katolizm, bütün eski Yunan Tanrılarının savaşından tek bir Tanrı’yı sağ çıkarmıştır. Sonuçta babanın oğlu İsa da çarmıha gerilmiştir. Nietzsche’nin babası ölmüştür, kendiyse babasından kalan nörolojik rahatsızlıklarla yarı ölü olarak yaşamaktadır. O hâlde Hıristiyanlığın Tanrısı da ölmüştür, ölmelidir de. Onu öldüren ise insanlardır. Nietzsche’nin öldüğünü söylediği Tanrı da Hıristiyanlığın Tanrısı yani Zeus’tur. 

Nietzsche’nin neredeyse her bir sözü aforizma gibidir. Bu, çeşitli anlam belirsizliklerine yol açmıştır. Ancak rahatsızlığı ve “çözüm üretme” endişesi, ona başka yol tanımamaktadır. Bununla birlikte bahsettiği konular da yanlış anlaşılmaya oldukça müsaittir. Bunun o da farkında olacak ki fikirlerini en açık şekilde anlattığı notlarını yayımlamak istememiştir. Ancak ölümünden sonra Nazi destekçisi kardeşi tarafından notlarının değiştirilerek yayımlanması, dünyayı büyük bir felakete sürüklemiştir. 

6. Üstinsan’a Düşen Görev

Tanrı öldü, Tanrı’dan geriye bir ölü kaldı. Ve onu öldüren biziz. Hâlâ gölgesi beliriyor uzaklarda.. Kendimizi nasıl avutacağız? Biz kâtillerin kâtilleri…”

Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’te bu şekilde haykırır. Tanrı’nın ölümü, en önemli değerin kaybolması, çözülmenin gün yüzüne çıkması demektir. Bu çözülmeyi başlatan birtakım yanlışlıklar vardır. Yanlış bir süreç, Tanrı’nın ölümüne neden olmuştur. Bu, zorunlu bir sonuçtur. Şimdi yapılması gereken Tanrı’nın öldüğünü kabullenmektir. Bu, kadere razı gelmenin kendisidir. Üstinsan böyle yapmalıdır. Çünkü olan olmuştur. 

Meselenin köküne indiğimizde Nietzsche’nin sözünün ancak Hıristiyan Avrupa ile ilgili olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla bu teoriden, Doğu toplumları için bir pay çıkarmak mümkün değildir. Türkiye’nin yaşadığı ve içinde bulunduğu çözülme başka argümanlarla başka bir şekilde incelenmelidir. 

Nietzsche’nin Yahudilik ve Müslümanlık ilgili bilgisi de son derece sınırlıdır. Bütün metinlerinde Müslümanlık hakkında iki satıra ancak rastlanmaktadır. Nietzsche’nin derdi dinin kendisiyle değil Hıristiyanlık’ladır. Bunu, rahatlamayı Uzak Doğu dinlerinde aramasından anlıyoruz.

FreudTotem ve Tabu’sunda tabuları alt edenlerin de birer tabu olduğundan bahseder. Nietzsche, tabuları açık açık alt eden bir düşünür olarak çokları tarafından tabu hâline getirilmiştir. Insanoğlu, bu suçun cezasını 2. Dünya Savaşı’yla çekti. 

SONUÇ

Peki Nietzsche, haklı mıydı? Bunun cevabı, hayata bakış açımıza göre değişir.  Nietzsche’ye göre Hıristiyanlık ahlâkı, insanlığın yüksek ülküler uğrunda ilerlemesi için derhâl terk edilmelidir. Çünkü modern hayat, son insanlar teorisinin gelişmesine doğru ilerlemektedir. Son insanlar denen bu grup; büyük idealler peşinde koşmasa da -hiç öyle olmadığı hâlde- mutlu olabilen ve ancak kendini kandıranlardır. Bu insanların tek vasfı, gözlerini kırpmak ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilmektir. 

Oysa insan, büyük idealler uğruna zayıfları ezebilmelidir. Üstinsan, asla zayıf olan insanlara acıyarak zaman kaybetmemelidir. Bu, insanlığın daha iyi bir yere gitmesi için zorunluluktur.   

Elbette muhafazakârlar için Nietzsche’nin söyledikleri kabul edilemezdir çünkü din, insanların, birbirinin hayatını kolaylaştırmasını salık verir. Nietzsche’yse bundan nefret eder. Dolayısıyla burada iki farklı önkabul karşı karşıya kalmaktadır: Vadedilen dünyaya inanmak ya da inanmamak…