Her alanda yerli ve millî fetişizminin üst düzeyde olduğu ülkemizde takımlar “genç oyuncu oynatmamakla” suçlanıyor.
Mesele genç oyuncu yetiştir(e)memek değil genç oyuncu oynatmamak. Oysa öyle yanlış bir noktadan eleştiri yapılıyor ki tartışma bu zeminde sürdüğü sürece bir arpa boyu yol almamız mümkün değil.
Altyapılarda torpilin bini bir para olduğunu iddia edenler, o altyapılardan çıkmış torpilli futbolcuların oynamamasını eleştiriyorlar. Futbolcunun sahada 10 dakika mücadele etmeye dermanı yok, bizimkiler neden ilk 11’de başlamadığını soruyorlar. Sırf bu yüzden kavga gürültü yapmaya oldukça teşne bir kitleyle karşı karşıyayız.
Zamanının torpille oynamış futbolcularının bugün altyapılarda veya A takımlarda hocalık yaptığını göz önüne aldığımızda neden böyle gelip böyle gittiğini çok daha iyi anlayabiliriz. Altyapıda oynamak, başarılı olmak başka; A takımla idmana çıkmak, A takımda forma giymeye başlamak, A takımda başarılı olmak başka başka şeylerdir.
Bir genç futbolcunun formayı kapması için önce o seviyede istendik süre kadar ayakta kalmayı başarabiliyor olması gerekmektedir. Süratliymiş, şutları iyiymiş vs. Bunların hepsi hikâye. Oyuncu, önce istendik süre boyunca takım oyununa katkı sağlayabilmelidir. Kafasını yere gömerek topu dikine sürüp iki üç oyuncu geçen her genç futbolcu, ileride büyük topçu olacak değildir. Önceleri sporcu bulunur, futbolcu yapılmaya çalışılırmış. Şimdiyse futbolcudan çok bir şey yok ama o futbolcuyu bir türlü sporcu yapamıyoruz. Çünkü eğitim veremiyoruz, işleyemiyoruz. Genç futbolcu alyapıda zaten ne fizik ne de oyun bilgisi açısından kendine bir şey katamıyor. A takıma çıkıyor, kendinden oldukça kuvvetli takım arkadaşları arasında eziliyor. Şans gelirse forma giyip bir iki efektif hareket yaparsa formayı kapabiliyor. Bu da çoğunlukla mecburiyetten meydana geliyor. Hiçbir genç futbolcu, mecbur olunduğunu bildiği için daha iyi oynamaz. Başta öyle gözükse bile ilerleyen zamanlarda üzerindeki baskı altında ezilmeye başlar. Bu da performansını kötü etkiler. Formayı kapmak, bir amaçsa genç oyuncu, formayı kapmak için çaba göstermelidir. Bu çaba, onun otomatik olarak gelişmesine ve ilerlemesine sebep olur. Böylece genç futbolcu, A takıma çıktığı ilk günden bu yana çalışma alışkanlığını kazanmış olur. Birilerinin yaptığı gibi yerini öyle ya da böyle sağlama aldıktan sonra çalışmayı bırakmaz.
“Kimi futbolcu, antrenmanda iyi değildir ama çıkar maça oynar.” Bu zihniyetle hareket edecek olursak altyapıdan çıkan her oyuncuya şans vermemiz gerekir. Öte yandan bunu yaparak aslında kimseye şans vermemiş oluruz. Henüz ne mental ne de fiziksel olarak olgunlaşmamış bir futbolcu, yaptığı bir hata veya yaşadığı ağır sakatlık nedeniyle muhtemel futbol kariyerini başlamadan bitirebilir.
Bazı futbolcular çok özeldir. 17-18 yaşlarında oynamaya bir başlarlar, 35-40’a kadar devam ederler. Bu tür futbolcular kendilerini zaten gösterir. Kimse 18-19 yaşında Yusuf Yazıcı oynarken ağzını açmamıştı ama Batuhan Artarslan’ın bu seviye için uygun olmadığı her hâlinden belliydi. Şahsi fikrim, milli takımların alt yaş kategorilerinde düzenli forma giyen oyunculara belli sınırlar dahilinde olmak şartıyla ciddi toleranslar tanınabileceği yönünde ama milli takımlarda forma giyemeyen futbolcular için de 24 yaş sınırının beklenmesi. Psikanaliz, her erkeğin yalnızca erkek olması sebebiyle ciddi çatışmalar yaşadığını söyler. Erkek, bir kadının karnında ekmek elden su gölden yaşmaktadır. Doğduğu anda kendi cinsinden birinin sert kurallarına tâbi olmak zorunda olduğunu anlar. Babanın sert kurallarına ve sertliğine karşın anne, her zaman esnek ve yumuşaktır. Fazla baskıcı bir ailede yetişen erkek, aileden kopup kendi hayatını kazanma noktasına geldiği anda ciddi problemlerle karşı karşıya kalabilir. Öğrenciyse akademik anlamda başarısız olabilir, futbolcuysa disiplinsiz hareketlerde bulunup çalışmayabilir. Bu yüzden bir erkek için 24-26 yaş arası, hayata atılma konusunun yeniden gözden geçirilmesi için önemlidir. Futbolcu, 24 yaşına kadar yine de bir ilerleme kaydedemişse ve A takım için hazır değilse başka bir kulübe transferi hem takımı hem de kendisi için iyi olacaktır.
Hiçbir futbolcu, fiziksel anlamda yeterli seviyeye gelmeden sahaya sürülmelidir. Fiziksel olarak yetersiz futbolcular, A takımla iç içe kuvvet ağırlıklı çalışmalıdır. Vücut tipi ince futbolcularınsa zekâya ve pozisyon bilgisine herkesten çok ihtiyacı vardır. Kuvveten kastımızın Adama Traore gibi kaslı olmak değil Xavi ve İniesta gibi zayıf olsa bile istendik tempoyu kaldırabilmektedir.
Futbolcularda gördüğüm en önemli eksiklikse genel kültür. Henüz iki kelimeyi bir ara getiremeyen, öznesi- yüklemi belli olmayan, her açıklamasında birkaç yüz kere camia ve büyük ifadelerini kullanan yüzlerce genç Türk futbolcu var. Birilerinin bu eğitimi vermesinden ziyade birey de bir şeyler öğrenmek için çaba gösteriyor olmalıdır. O kültüre ayak uyduramadıktan sonra isterse Avrupa’nın önemli kulüplerinde oynasın, hiç önemli değikdir. Pek tabiî burada örnek olacaklar en başta antrenörlerdir.
Hak; verilmez, alınır. Forma da öyle. Genç futbolcu, içi göçmüş yabancı futbolcuyla rekabet edemiyorsa o formayı almasın zaten. Diyelim ki bir hoca, gerçekten futbolcuyu harcadı. Senede üç-dört kez teknik ekip değiştiren takımın topçusu da mı aynı şeyi söyleyecek? Bu, Türk teknik direktörlerin “Bize şans vermiyorlar.” şikâyeti gibi. Mali’nin bile ızlendiği bir dünyada oldukça önemli ve potansiyelli bir pazar olan Türkiye mi izlenmeyecek? Biz daha Enes Ünal’ı doğru düzgün tanımazken Manchester City nasıl tanıyor olabilir? Futboldan ve futbolcudan anladıkları için.
Türkiye’de kimse -bu coğrafyanın bir karakteri olarak- sorumluluk almıyor. Başkalarını suçlamak, başkalarının yanlışlarını görmek kolay, önemli olan kendi yanlışlarını görebilmek. Sürekli birbirinin tepesine çıkmış, çıkamadıklarımızın ise çıkmak için canla başla mücadele eder bir hâldeyiz. Eleştiriyi önce kendimize yapabilsek zaten sızlanmaya ne vaktimiz ne de gereksinimimiz olacak. Bir dostum maçtan birkaç saat önce Hekimoğlu Trabzon ile karşılaşacak bir 2. Lig takımının futbolcularının, otobüsten iner inmez sigara yaktıklarından bahsetmişti. Daha geçen ramazanda bir TFF. 1. Lig takımı, sahada iftar yaptı ve bu da çok güzel bir şeymiş gibi lanse edildi. Performansı geçtim, o futbolculardan birinin başı ağır şekilde dönse, açlıktan vücut direnci düşeceği için sahada ciddi bir sorunla karşı karşıya kalsa bunun hesabını kim verecek?
Koké; Arda Turan Atletico’ya transfer olduğunda yeni yeni, o da 5-10 dakika süre alan bir futbolcuydu. Koké ile 2008-2009 sezonunda sözleşme imzalanmış; ilk senesinde (16 yaş) A takımla hiç resmi maça çıkmamış, 2009-2010 sezonunda 6 kez kadroya girip 4 kez de 23, 13, 25 ve 90 dk.’lık süre almış. Buna rağmen 2010-2011 sezonunun ilk devresinde kendisine şans verilmemiş, ligin 17. haftasından sonra ufak ufak süre almıştır. 11-12 sezonunda da ya yedek soyundurulan ya da ilk 11 başladığı maçlarda oyundan alınan Koke, 12-13 sezonunda nispeten daha fazla süre alsa da düzenli olarak forma giymeye başlaması için 13-14 sezonunu beklemek zorunda kalacaktır. Yani Koké, bugünkü seviyesine gelmesi için (60 milyon€) üzerinde en az 6 yıl ciddi şekilde emek verilen bir futbolcudur. Koké; bugün 29 yaşında ve eğer o da ister, ciddi sakatlık problemleri olmazsa uzun yıllar futbol oynayabilecek seviyede bir profesyonel.
Koké, yetişme döneminde 6 farklı teknik adamla çalışmış olmasına rağmen kulübü genç oyuncu yetiştirmekten anladığından kendisine haksızlık yapılmadı. O da profesyonel olmak için çabaladı. Burada herkesin hangi işini yapması gerektiğinin farkında olunan bir sistemden bahsediyoruz. Öte yandan Ansu Fati’den, Hudson Odoi’dan daha büyük yetenek olduğuna kanaat getirilen Ömer Faruk, kadroya giremiyor. Sonra futbolcudan vefa bekleniyor. Kulüp; kendine, kendi geleceğine vefalı değil ki futbolcu da kulübe vefa göstersin. Mademki kulüpler büyüktür, madem “Söz büyüğün, sus küçügündür.” o zaman kulüpler bir konuşsun da bu gençlere de susmak kalsın.
Mesele genç futbolcu oynatmaktan açılmışken Vestel Manisa’yı örnek vermezsek olmaz. Burak Yılmaz, Filip Holosko, Caner Erkin, Arda Turan, Hakan Balta, Uğur İnceman gibi gençler hep aynı jenerasyonun eseriydi. İçlerinden şu an bir tek Burak, üst düzey futbol oynuyor. Özellikle Caner, Selçuk ve Arda ve Hakan Balta’nın yaşları ilerledikçe fiziksel ve mental olarak ne kadar zorlandıklarını hepimiz gördük. Bir futbolcuya erken sorumluluk vermek, hele 11’in değişmezi yapıp her kulvarda her maç 90 dakika süre vermek, onu hor kullanmak, tüketmek demektir. O hâlde ilerleyen yaşları da düşünmeliyiz. Gerçekten tüketmek yerine kazanmak istiyorsak genç futbolcunun yaptığı hatalarına değil fiziğinin ve mentalitesinin el verdiği ölçüde az oynamasına sabretmeliyiz. Genç futbolcu da yaptığı hatalara gelen eleştirilere değil aldığı az süreye sabretmelidir ki büyük futbolcu olabilsin.
Kokè ve Atletico Madrid, iyi bir örnektir. Ancak bu yetiştirme politikasını da kendimize göre ayarlamamız gerekebilir. Şöyle ki futbolcu formayı alacaksa yaşı kaç olursa olsun kimse onu engelleyemez. Bu futbolcular gelişimlerine devam etmeleri takdirinde mutlaka Avrupa’ya açılmalıdır. Süper Lig seviyesinde kalacak futbolcular için ise 24-26 yaş bandına kadar beklenilmesi, bu yaşa kadar kademeli olarak forma şansı verilmesi taraftarıyım. Dünya futboluna entegre olduğumuz takdirde bu her yaştan Avrupa’ya futbolcu transferi yapabilen bir konuma gelmemiz jeopolitik konumumuz sebebiyle işten bile değil. Yusuf Yazıcı, bunu gençlerin başarabileceğini gösterdi. Burak Yılmaz ise her yaş grubunun Avrupa’da tutunabileceğini kanıtladı.
Türkiye AB üyesi bir ülke olmadığı için Avrupa futboluna entegre olabilmesi çok zor ama elzem. Bu yüzden Türkiye, kendi genç futbolcusunu yetiştirirken mevkilerinin en iyilerini yetiştirmekle birlikte zeki, çevik ve dürüst futbolcular yetiştirmek zorundadır. Türk futbolcunun mutlaka saha içinde ve dışında vazgeçilemez yetenekleri olmalıdır ki Avrupa pazarında tutunabilsin.
Altyapılarda tek tipleştirici hareket etmeye devam ettiğimiz sürece hiçbir yere varamayacağız. Hızlı olan kanada geçsin, ayağı iyi olanlar forvet oynasın gibi klişelerle hareket ettiğimiz sürece “özgün” futbolcu yetiştiremeyiz. Son yıllarda La Masia, maalesef bu duruma geldiğinden eski verimliliğinden uzaktır.
Mesele AB üyesi olmak falansa siz Avrupa büyüklerine yeter ki paradan haber verin, onlar sizi galaksiler arası birliklere bile eklemlerler.