Bir zamanlar ne çok istemiştim kütüphanemin olmasını…
Hayır, kitaplarımın olmasını istemiyordum, kütüphanemin olmasını istiyordum. Duvarlarca kitap biriktirmekti hayalim. Evimin müsait olan her köşesine raf yaptırmak istiyordum. Şöyle tavandan aşağı olacaktı.
Sahi, o kadar kitabı ne yapacaktım? Nerede saklamayı veya nasıl kullanmayı düşünüyordum bilmiyorum. Evim içre bir kütüphanem olsaydı ne olacaktı? Kim gelirdi kitaplarımı ziyaret içmek için evime?
Sonuçta hayat pahalı. Sonuçta yaşamak gerek ve insan sosyal bir canlı. Evet, belki düzinelerce kitap okumak oldukça hoş ama bir dağa tırmanmak, kamp yapmak, at binmek, futbol oynamak, film izlemek, sevdiğin ya da sevdiklerinle geçireceğin bir gece de hoş olabilir.
Hayatın çok başka ve ilginç yönleri de var, bunları keşfetmek de hoş. Bir insan nasıl yalnızca kitap okumaktan zevk alacak kadar sığ olabilir? Aklım almıyor. Okumak, öğrenmek ve öğretmek üzerine kurulu bir hayat… Bir an bile olsun mesleğinin ağır yükünden kurtulamamak…
Modern hayat ve modern şehir de bazı şeylere engel oluyor. Mesela bu kadar çeşitte, bu kadar kitap basılması doğrudan doğruya Modernizm’le ilgili. Öbür yandan bu kadar çeşitte, bu kadar kitabı saklayamamak da doğrudan doğruya Modernizm’le ilgili.
Hem nereden malum kitapların eskisi kadar kıymetli olacağı? Bugün eskisi kadar kıymetli mi kitaplar? Eskiden dünyaya açılmak için tek yoldu kitap okumak. Şimdiyse o kadar çeşitli yollar var ki insan, hangi yolu seçeceğine karar veremeden ömrü geçip gidiyor. Hem dijitalleşme bizleri bambaşka bir yere de götürdü. Kitapları pdf’ten okumak, sayfalardan okumaktan hem dava zevkli hem daha ucuz hem de daha pratik. Buyur burdan yak… Ben bile böyle düşünüyorsam kütüphanemi kime bırakacağım ki?
Edebiyat güçlülerin propagandası olmaktan çıkıp güçsüzlerin ajitasyonu hâline geldi. Hükümdarların, devletlü kimselerin meşgâlesi değil küçük insanların küçük hayalleri. Bu durumda kendime edebiyat içerisinden bir yer beğenemiyorum. Yerim dar, bunalıyorum.
Ben kitap satın almaya karşıyım artık. Üzerinde çalışabileceğim, durduk yere okuma isteğimin gelmeyeceği kitapları satın almayacağım. Kütüphaneler var, pdfler var, kitap okuma uygulamaları var. Üstüne yarın ne olacağım belli değil. Belki bugün Trabzon’dayım yarın İstanbul’da. Her şey bitti bir de kitap mı taşıyacağım?
Zaten bizler kitap satın almıyoruz, kitabın statüsünü satın alıyoruz. Bu yüzdendir mesela Kürk Mantolu Madonna’nın, Şeker Portakalı’nın, Sevda Sözleri’nin her dönemin best-seller’ı olması. Kolay kolay bu tür kitapların bileği de bükülmez artık. Kitap da her şey gibi bir meta hâline geldi.
Tabiî bu doğru bir tutum değil. Gazi Paşa’nın sırf hava atmak için kütüphane oluşturanlardan nefret ettiğini okumuştum. Bence en samimi kitap okuma şekli, kütüphaneden alarak okuma yapmaktır. Hem sosyalleşmek, benzer zevklere sahip olabilecek insanlarla karşılaşabilmek için de kütüphaneler harika ortamlar.
Hatta alıntı sayfaları, kitap kahve storyleri bunun bir kanıtı değil mi? Öğrenim hayatım boyunca kitapla ilgili içerik üreten birçok internet sitesi, blog ve sosyal medya hesabı gordüm. Hep aynı kitaplardan ya da üçüncü sınıf yayınevlerinin üçüncü sınıf kitaplarını paylaşanların alıcısı çok. Kimse uzun uzun derin analiz yazılarını okumuyor. Bu tür paylaşım yapanlarda hem istikrar olmuyor hem de sunuş konusundaki eksikliklerini gideremiyorlar. Öte yandan kitap- kahve postları, kızların tayt altına uzun çorap giyerek kitap çekmek bahanesiyle biçimsiz bacaklarını sergilediği storyler de popüler kültürün bir armağanıdır.
Sonra kitap biriktirmenin kimseye bir faydası da yok zaten. Pul koleksiyoncusu gibi düşünün. Yıllarca emek vererek toplanmış en nadide pulları yalnızca bir ya da birkaç kişi görebiliyor. Yani ben bu şekilde devâsâ bir kütüphane oluşturmuş olsam bunun benim egomdan başka neye faydası olur? Çok çok kendimi bu işlere tamamen versem günde 5-6 kitapla muhatap olabilirim herhâlde? Günde 5-6 kitapla dilediğim gibi ilgilenebilmek için binlerce liranın, saatlerce zamanın, metrekarelerce yerin ve bin bir emeğin rehil bırakılması.. Bu alışveriş çok zararlı…
Ama bazen aralarında kitap paylaşabilen insanlara sempatiyle bakmıyorum değil. Sonuçta artık kimse hiçbir şeyi paylaşmak istemiyor. Buna rağmen birkaç samimi arkadaş, elinde olan kitapları sürekli birbiriyle paylaşarak, bu kitapları kritik ederek keyifli vakit geçirebiliyorlar.
Bunların sayısı çok çok az ve buradaki durum, organik olmadığında hiçbir anlam taşımıyor. Kitap okuma kulüpleri var, her hafta bir kitap belirliyorlar, kitabın nasıl temin edileceğine karışmıyorlar, her hafta oturup o kitap hakkında konuşuyorlar. Birbirini tanımayan 10-20 kişi, kimi utangaç, kimi kitabı okumamış, kimi kitap hakkında konuşmayı sevmiyor. Sonunda ortamı 1-2 kişinin domine etmesiyle sohbet sona eriveriyor.
Organik durumlara birkaç kez rastladım ama dinleyici olarak kalmayı tercih ettim. Örneğin bir tanesi Kadıköy Kitapyurdu’nun teslim noktasında yapılan bir edebiyat sohbetiydi. Izin isteyerek dinlemiştim. Hiçbirine müdahele etmedim, ortamda fazla öne çıkmak istemedim çünkü oradaki insanlar birbirini o kadar iyi tanıyor, birbiriyle o kadar iyi anlaşıyorlardı ki dışarıdan bir yabancının gelmesi bu uyumu mahvedebilirdi.
Aslında bazen bahsettiğim organik durumları birlikte sağlayabildiğim arkadaşlarım oldu ama bir istikrar teşkil etmediği için burada yazmaya gerek duymadım. Öyle bir ortamı oluşturmak için çabalasam da bunlardan bir sonuç elde edemedim. Bunun oluşumunun önünde koskoca bir “hayat şartları” var.
Edebiyat, bugün, tamamiyle hayatın dışladığı ve hayata uyum sağlayamayan insanların bağlandıkları bir statü. Kitap almak, kitap okumak elbette çok güzel ama insanın bunun için kendinden fedâ etmesinin hiçbir gereği yok. Bir kenarda 1-2 küçük raflık başucu kitaplarının da kimseye zararı olabileceğini düşünmüyorum…