TFF, özellikle 2000’li yılların başımdan beri -moda tabirle- “bir şeyler deniyor.” 

   Deniyor ama ne denediğinin hiç de farkında değil. TFF; plansız, programsız ve savruk hareket ediyor. Sırf işine böyle geldiği için hareket ediyor izlenimini veriyor. 

   Neden mi? İlk kez 1951’de yabancı sınırlandırılması getirilmiş, bir kişiyle sınırlandırılmış. Daha sonra bu sayı 1966’da 2, 1989’da 3, 1998’de 5’e çıkartılmış. 

   İşler buradan sonra çirkefleşmeye başlıyor zaten. Dışarıya hayli kapalı olan Türk futbolunun 2000 öncesi dönemde ne pek fazla futbolcu getirip oynatabilecek ne de dışarıya ihraç edecek potansiyeli vardı. O zamanlar deseler ki bir gün Barcelona’da top koşturmuş Eto’o, Antalyaspor ve Konyaspor forması giyecek, herhâlde gülünüp geçilirdi. 2000 öncesi dönemde deseler ki bir Türk futbolcu Trabzonspor’dan 17 milyon €’ya Lille’e transfer olacak, yine kimse ihtimal vermezdi. Trabzonspor ve diğer Anadolu kulüplerinde oynayan futbolcuların oynayabileceği en büyük kulüpler Galatasaray ve Fenerbahçe’ydi. 

   Bugün Türkiye’de hâlâ Avrupa futboluyla intibak edememiş futbolcuların oynayabileceği en büyük kulüpler Galatasaray ve Fenerbahçe. Çünkü Türk futbolcuları fizik olarak Avrupalı futbolculardan çok geri durumda. Bu tür Anadolu kulüplerinde oynama alışkanlığı kazandığı için iyi oynayan futbolcular İstanbul büyüklerine yüksek bonservisle satılıyorlar. İyi oynama potansiyeli olan ama tam olarak kendini gösterememiş ancak şans verilirse iş görebilecek potansiyelli futbolcular ise Trabzonspor’un yolunu tutuyor. Trabzonspor’un Anadolu kulüplerinden geliştirmek için aldığı futbolculara dikkât edin, hiçbiri üç büyüklerde bir dakika bile süre alamazdı çünkü yeterli sayıda maça çıkmamış, oynama alışkanlığı kazanamamıştı. 

   Trabzonspor’da her sene, bir futbolcu sezona damgasını vurur. Burak Yılmaz, 2011-2012 sezonunun gol kralı olarak Galatasaray’a gitmişti. Sonraki sene Olcan Adın parladı ve o da Galatasaray’ın yolunu tuttu. Önceki senelerde zaman zaman Yusuf Erdoğan, Okay Yokuşlu, Yusuf Yazıcı, Abdülkadir Ömür, Nwakaeme, Sörløth, Ekuban gibi futbolcuların takımı sırtladığını gördük. 

   Tranzonspor -zaman zaman bu gelenekten sapsa da- çok kuvvetli bir yetiştirme geleneğine sahip. Trabzon’un çok önemli zenginleri var ama ne yeterince Trabzon’a ne de Trabzonspor’a sahip çıkıyorlar. Trabzonspor’un da çok nüfuzlu başkanları olamıyor. Trabzon’un insanı futboldan zaten anlamaz. Anladığı tek şey Trabzonspor’dur. O da anladığından değil ya, sevdiğinden. 

   Hâliyle Trabzonspor, potansiyeli yüksek ama henüz kendini kanıtlayamamış bonservis bedeli ucuz futbolculara yöneliyor. 10 futbolcuyu bu şekilde alıyorsa 1-2 tanesi de tutuyor. 

   Trabzon şehri, genç bir futbolcu için son derece ideal bir yer. Büyük bir şehir değil ve kendinizi kaptıracağınız bir eğlence hayatı da yok. Şehirde yitip gitme bir şansınız yok. Oysa İstanbul, Anadolu’dan gelen genç bir futbolcu için eğlence hayatı açısından son derece tehlikeli olabilir. Ayrıca Trabzonspor, pek de başarılı yabancı futbolcu transferi yapamadığı ve kulubün bütçesinin son derece kısıtlı olduğu için genç bir futbolcu için son derece uygun. 2007-2008 sezonunda Karşıyaka’dan transfer edilen Onur Recep Kıvrak, Tony Slyva’nın formsuzluğunun ardından kaleye geçen Tolga Zengin’in de sakatlanmasıyla 2010-2011 senesinde kalenin bir numaralı ismi olmuştu. 

   Yine 2017-2018 senesinde kadrosunda orta saha olarak Matus Bero, Kućka, Sosa, Onazi, gibi isimler bulunan Trabzonspor, Okay Yokuşlu’ya 30 süper lig maçında görev vermişti. 

   Trabzonspor’da bu futbolcular genç yaşta sorumluluk da alıyor. Birden takımın her şeyi oluveriyorlar. Tabiî futbolcunun artan öz güveni de sahaya olumlu yansıyor ve oyuncu her takımın kadrosunda görmek istediği bir oyucuya dönüşüyor. 

   Genç yaşta yüksek bonservis bedeliyle İstanbul kulüplerinin yolunu tutan futbolcular, başta kendilerinden beklenenin çok altında kalıyorlar. Uyum süreciydi, İstanbul’un cazibesiydi derken zaten fizik olarak çok güçsüz olan futbolcu; oynamaya oynamaya iyice güçten düşüp sonunda mevkidaşlarının çok gerisinde kalıyor. Teknik direktörü  kendisine fırsat verse de oynama alışkanlığını kaybettiğinden bir daha eski gücüne dönemiyor. Başından sakatlık geçmesiyle beraber eski günlerinden eser kalmayan yıldız adayı futbolcular ya bir Anadolu kulubüne kiralanıyorlar ya da bonservissiz veriliyorlar. Sonraysa Hastalık Bu Futbol ekibinin Tutunamayanlar serisine konu oluyorlar. 

   Kabul etmemiz gerekiyor. Türkiye’de Altınordu’dan başka dünyaya entegre futbolcu yetiştirebilecek kulüp yok. Bursaspor da Trabzonspor da uzun zamandır iyi futbolcu yetiştirebiliyor ama dünya futboluna entegre olabilme işleri futbolcunun kendisine bırakılıyor. Türkiye’de Altınordu‘dan başka altyapsını akademileştirmiş kulüp yok. Hâliyle Avrupa’ya giden futbolcularımız, yıllarını heba etmiş olarak geri dönüyor. 

   Yıllardır Gençlerbirliği de dört büyük kulüplere önemli isimler yetiştirmiş, bu isimlerden de bir Anadolu kulubü için iyi denilebilecek bonservis geliri elde etmiş. Peki yıllardır bu gelire nispetle Gençlerbirliği A takım futbolunda bir gelişme var mı? Yıllardır Gençlerbirliği altyapısından yetişen futbolcularda çok büyük bir değişme var mı? Yani yıllardır Süper Lig’te olmak çok büyük bir başarı mı? Türkiye’de ortalama bir kulüp için evet ama dört büyüklere oyuncu yetiştiren bir kulüp için hayır. Zamanında Kayserispor futbolcularını 4-5-6-7’lere okuturken şimdi düşmemek için ricalarda bulunan bir kulüp durumuna geldi. 

   TFF de bir acayip. Karabükspor, Eskişehirspor gibi kulüpler soyup soğana çevrilirken Trabzonspor gibi bir kulubün pideciye borcu varken ses çıkartmıyor, yabancı sınırı konusunda arslan kesiliyor. 

   Hele 2000’lerden sonra gelen şu yabancı oyuncuyu tribüne gönderme meselesi çok ayrı bir komedi. Bu kararlar alınırken nasıl bir kafa yapısı içerisindeler anlayabilmiş değilim. Amaç yerli futbolcunun oynamasıysa o zaman kulüplere gelirlerinin bir kısmını altyapıya harcama zorunluluğu getirilir. Madem kimsenin akıllanacağı yok, o zaman zora tutulur. 

   Şunu da ifade etmek lazım: Yabancı sınırı yalnızca Türkiye’de uygulanan bir kural değil. AB üyeleri, kendi birliklerinden futbolcu sayısını sınırsız tutarken birlik dışındaki ülkelerden artı olarak 4-5 oyuncu kabul ediyorlar. Mesela Bundesliga’da yabancı sınırı yok ama en az 12 Alman futbolcunun kadrodan yetişmesi ve 8 futbolcunun kulüp atyapısı kökenli olmasını istiyor. Belçika ise yine yabancı sınırlandırmasının olmadığı ülkelerden ama 6 oyuncunun altyapıdan olması şartını koyuyor. İngiltere, gelecek yabancı futbolculara son iki yılda millî takım maçlarının %75’inde oynaması hâlinde sınırsız kontenjan veriyor. Ama şuna da dikkât edilmesi gerekiyor: Bu ülkeler gerçekten millî takım olarak da kulüp olarak da hem son teknolojiyle birlikte oyuncu yetiştiriyorlar hem de Avrupa Ligi’nde önemli dereceler elde ediyorlar. Sadece Belçika Pro League’de Standart Liege, Anderlecht, Clube Brugge, Westerlo, Genk, Gent gibi her sene Avrupa’yı zorlayan altı- yedi takım var. Bizim bırakın Avrupa’yı zorlayacak kulubü, futbol adına bu sene o kadar bir şey yok ki şu takım şampiyonluğa oynar bile diyemiyoruz. 

   Öz evlatçılığın ve millîciliğin kimseye bir faydası yok. Herkes yaptığı işe göre ekmek yemeli bu işten. Sırf Türk pasaportlu diye Almanya’da veya Türkiye’de bir futbolcu, üç Türk kulübünün kendisine talip olması sebebiyle daha fazla kazanıp, kulubüne daha fazla bonservis ödettirmemeli. 

   Şu çok açık ki biz oyuncuyu işleyemiyoruz. Bizde cevher var. Bu cevherin farkına Avrupa kulüpleri de vardı. Lille’de dört Türk futbolcu var ve biri henüz on yedi yaşında. Biri TFF 1. Lig’ten direkt Lille’e transfer oldu ve ilk on bir oynuyor. İşte en son Trabzonspor’un da çok ciddi ilgilendiği Altaylı genç stoper Cenk Özkacar, Lyon’a transfer oldu. Ayağının tozuyla verdiği demeçte Fransa’da antrenmanların Türkiye’den çok daha yoğun ve farklı olduğunu söyledi. 

   Bizim o tür futbolculara verdiğimiz fırsatı ise Avrupa futbolu vermiyor. Ancak süper çocuk olarak adlandırılan futbolcular yeterli süreyi alabiliyor. 

   Biz, çok da ciddi platformlarda ciddi işler ortaya koyamadığımız ve spor’cu olmayan futbolcuları (Anadolu kulüplerinden bahsediyorum) oynattığımız için gelişim tohumlarını Avrupa’da, Avrupa futboluna göre yapmış ancak birtakım şanssızlıklar yüzünden tutunamamış kendini kanıtlamak isteyen genç futbolcuları ucuz maliyetle ve kariyerinin sonbaharını zirveye oynayan bir kulüpte geçirmek isteyen yaşlı futbolcuları yüksek maliyetle transfer edip oynatabiliyoruz. İstanbul kulüpleri daha çok bu ikincisini tercih ederken Trabzonspor, özellikle son bir iki yolda ilk yolu uygulayanlardan biri. 

   Eddie Newton’un “Türkiye genç futbolcular için gelişim ülkesi değil.” sözü o kadar doğru ki! Bize gelişmiş ancak henüz parlayamamış fizikli futbolcular gelirse iş yapabiliriz. Futbol için bilgisayar teknolijisini aktif kullanır hâle getirmedikçe, futbolcuların mental ve fiziksel gelişimiyle özel olarak ilgilenmedikçe yetiştirdiğimiz futbolcular biri ikiyi geçmeyecek, bu futbolcular ise ilk sakatlıklarında veya ufak bir performans düşüklüklerinde hızla yükseldikleri gibi hızla da düşeceklerdir. 

   Durum böyleyken tek çaremiz var: Avrupa’da tutunmayan futbolcuları yeniden Avrupa’ya pazarlamak. 

   Görunen o ki kendi yetiştirdiklerimiz, fizik olarak yeterli seviyede değiller. O hâlde yetiştirdiklerimize de yazık oluyor. Daha iyi yetiştirebilmek için daha çok para gerek diyorlar. Son derece haklılar. Kısa vadede başarı ve para kazanmak istiyorsak işte tam da bu yönde yatırım yapmalıyız. Aldığımız parayı da altyapıya harcadığımızda sürdürülebilir başarının gelmemesi imkansızdır. 

   Galatasaray UEFA ve Süper Kupa’yı kazanmasının başlıca âmili planlı bir altyapıya yatırım hamlesi yapması idi. Mesela uzun yıllar Blackborn forması giymiş ve adını Blackborn efsaneleri arasina yazdırmış Tugay Kerimoğlu’nu Galatasaray, henüz Trabzonspor altyapsındayken transfer etmişti. 

   Yabancı futbolcuyu transfer et, tribüne yolla. O zaman neden transfer ediyoruz, değil mi? Madem TFF; kulüpleri çok düşünüyor, o hâlde tribüne hiç yabancı futbolcu yollatmasın da kulüpler de boşuna maaş vermesin. 

   2000 yılında ilk kez 5 yabancıya ek, 1 yabancı futbolcuya kulübe yolu göründü. 2001-2002 yılında ilk kez yabancı oyuncuyu tribüne gönderme uygulaması başladı. Kural 5+1+2 olarak değiştirildi. 2005-2006’da tribüne gönderilen futbolcuyu saçma bulan TFF yònetimi kuralı kulübe ve tribün şartı olmadan 6 oyuncuyla sınırlı tuttu. Allah TFF’yi başımızdan eksik etmesin de TFF, 2007- 2008 sezonunda doğru sistemi bulabilmek adına tam üç kez kural değiştirdi. 6+1 olarak başlayan kural önce 6+2+, daha sonra 6+2+2 oldu. O sezon çok çalışıp, olağanüstü bir çaba gösterip en doğru sistemi bulan TFF, 2008-2009 sezonunu her takımdan tribüne yollattığı iki futbolcu ile tatil yaparak geçirdi. 2009 senesinde tatil birlikte tatil yaptıkları futbolcuları geri yollayan TFF, 2010 yılında bacasız sanayiye destek olmak için geri çağırdı. Sonra baktı ki bu tatilciler fazla döviz bırakmıyor, tatil yaptığı futbolcuları yine geri yolladı. 2013 yılında yedek kulübesinde yabancı bulundurmayıp tam dört futbolcuya locadan yer ayırtan TFF; 2014 yılında önce 5+0+3 olarak açıkladığı Türk futbolunu kâra geçirecek muhteşem sistemi, ufak bir rütuşla muhteşem ötesi hâle getirerek 5+3+0 olarak güncelledi. 2015 yılında ise kulağını terstten harika bir hamleyle kavrayarak 28 kişilik takım kadrosuna 14 yerli futbolcuya sahip çıkma zorunluluğu getirdi. Böylece kimse yabancı sınırlaması getirildiğini anlamayacaktı. 

   TFF, üç sezon içerisinde yabancı sınırlandırmasını 8’e düşürecek. 

   Kimsenin dediği gibi bu ne bir felaket olur ne de muhteşem ötesi bir proje. Akıllı olup da ihraç edebileceğin yerli oyuncu yetiştiremezsen olduğun yerde sayarsın. Yetiştirdin diyelim, yerine yenisini koyamazsan yine olduğun yerde sayarsın. Avrupa’ya gidersin, sıfır çekersin. Elemelerde olmadık takımlara elenirsin. İki- üç futbolcu Avrupa’ya satacağım diye futbolun imkânlarını iyice kısarsan gün gelir ki bırakın Şampiyonlar Ligi’ni UEFA Avrupa Ligi’nde gruplara bir takım göndermeyi bile rüyanda görürsün. 

   Futbol, dünyada bir bacasız sanayi olmaya doğru gitti ve bunun üzerine her geçen gün koyuyor. 

   İstikrarsızlık, aydınlatılamayan birçok şaibe, önü bir türlü alın(a)mayan kritik hakem hataları -ister muhalefet ister iktidar partisi siyasileri olsun- siyasetin futbola çok fazla karışması, futbolda bilgisayar teknolojisinden hâlâ faydalanamama, veri analizi ve scouting çalışmalarının işinin ehli olmasının bir yana -mesela bir Liverpool’un scoutunun fizik doktorası olması gibi, entelektüel kişiler tarafından yapılmaması gibi sebepler endüstrileşen futbolda Türk futbolunun değer kazanacağına değer kaybetmesine sebep olmaktadır. 

   Futbol, 2000’lerden sonra bir endüstri hâline gelmiştir. Ne federasyon ne kulüpler ne hakemler ne futbolcular bu endüstrileşen dünyaya adapte olamadık. Eminim ki Livorno bile futbol endüstrisini bizden daha iyi tahlil etmiştir.