Sonuçlanmayan kararlar, bekletilen davalar, Finansal Fair Play’in yalnızca küçük takımlara uygulanan bir kanun olması, 7-8 takım arasında döndürülen yıldız futbol piyasası. 

    Her zaman güçlüden yana olan federasyonlar, hakem kurulları, siyasetin futbolun içine sürekli girmesi, taraftar gruplarının bir ideolojinin, oluşumun veya görüşün propagandasını açık açık yapması, devletten yana olmak ya da olmamak olarak kutuplaştırılan bir futbol ortamındayız. 

   1991’de Berlusconi’nin teklifiyle Şampiyonlar Ligi’nin marka değerini artırmak daha doğru bir ifadeyle henüz ilk turlarda Avrupa’nın büyüklerinin sürpriz bir şekilde elenmesini engellemek amacıyla grup sistemi getirilmişti. Takip eden süreçte 2003’te Monaco- Porto finalinin ardından yine sponsor ve marka krizi ortaya çıkmış, buna karşılık torba üsulü yapılandırılmış, marka değerini korumaya torbalar da yetişmeyince bu sefer sıcak top uygulaması gizliden gizliye uygulamaya konmuştu. 

   Bugüne kadar bir türlü doymak bilmek bilmeyen Avrupa’nın elit takımları için yapmadığını bırakmayan UEFA, bugün yıllardır doyuramadığı kulüpler tarafından sağlam bir kazık yiyor. 

   Bundan bir iki sene öncesinde Florentina Perez, bir “Dream League” kurma hayalinden bahsetmiş ve mesela Real Madrid ile Apoel karşılaşmasının gereksiz olduğunu söylemişti. 

    UEFA, büyükleri bu kadar beslememiş olsa Perez de bu açıklamayı yapmaya cüret edemezdi çünkü Real Madrid ile mesela Apoel’in arasındaki makas bu kadar açılmamış olurdu. Ortada bir gelir, bir havuz ve bir miras var. Bu miras, çocuklar arasında oldukça dengesiz şekilde paylaşılıyor. Mirastan fazla pay alan çocuklar, mirastan daha az pay alan çocuklarla birlikte hareket etmek istemiyor, arazilerini istedikleri gibi ekmek istiyor. Bu durumda ne kendi başına hareket edenlere bir lafınız olabilir ne de mirastan az pay alanlara çünkü baştan iliklenen o yanlış düğme her şeyi mahvetmiştir. Birileri daha fazla kazansın diye birilerinin kazancıyla -ekmek paralarıyla- duygularıyla, statüleriyle oynanmıştır. 

   Görünen o ki Konferans Ligi’nin de gelmesi büyükleri memnun etmemiş. Bu oburluğa ulaşan birini artık hiçbir şeyin doyuracağını düşünmüyorum. Birileri para hırsından bu sistemi inşa ettilerse birileri de aynı para hırsından kurulan bu sistemi yıkmaya çalışıyor çünkü sistemlerin de sistemi, tüm bu paraya dayanan sistemleri de oluşturan, yöneten Kapatalizm, bizden bunu istiyor. Başarılı olmak için kulüplerin sürekli harcama yapması gerek. Harcama yaptıkça menajerlerinden tutun menajerlik şirketlerine kadar, hatta vergilerden devletin bile nemalanması demek. Tek geliri vergiler olan bir devlet, 100-150-200 milyon€’ların döndüğü futbolu neden desteklemesin? Neden bu pazara ortak olup vergi gelirlerinden de olsa pay almayı istemesin? 

   Avrupa kupalarının gediklisi takımlar vardı. Rusya futbolu, neredeyse tamamen bitmiş durumda. Yunanistan, şike sürecinden sonra bir türlü arzu ettiği ilerlemeyi kaydedemedi. Romanya (Steau Bükreş) ortada yok. Ukrayna desen o da can çekişiyor. Balkan takımlarını 6-7 yıl öncesiyle bile karşılaştırsanız aradaki uçurumu görebilirsiniz. Iskoçya aynı şekilde. Celtic, Glasgow gibi takımların hemen hiçbir varlıkları yok. Türkiye desen, şike sürecinden sonra Galatasaray’ın şansı, Beşiktaş’ın da akıllı hamleleriyle bir lale devri yaşadı. Bu süreçte Trabzonspor ve Fenerbahçe, bu iki kulüple rekabet edebilmek adına deli paralar harcayınca işte bugünkü geldiğimiz noktadayız. 

   Buna karşılık Batı Avrupa futbolu sürekli gelişiyor. Hiç yoktan PSG ve City, Napoli, Lazio, Atalanta gibi sürpriz yükselişlere şahit olduk. Biraz biraz kuzeyli ve az nüfuslu ülkelerin takımlarında yükselme görünüyor, o kadar. Bu da şurada üç dört yıllık bir durum. Futbol, Batı Avrupa dışında seyir zevkini oldukça kaybetmiş durumda. Yalnızca oyuncu kalitesi değil, paranın beş büyük ligte toplanıyor olması tesislerden tutun stadyumların bakımına kadar her şeyi değiştirdi. Avrupalarda önemli başarılara imza atan birçok kulüp bugün büyük bir borç batağında. Stadyum, yayın ve ürün gelirleri de bir yere kadar. Asıl paranın döndüğü Şampiyonlar Ligi’ne ve UEFA Avrupa Ligi’ne katılmayan takımların borçlarını ödemelerinin imkânı yok. Diğer taraftan borçlarını taahhüt edebildikleri şekilde ödeyebilirlerse Avrupa’da mücadele edebilme şansları sıfır. 

   O zaman Konferans Ligi’ne sevinmemiz mi gerekiyor? Hayır, zaten bu sistem sebebiyle biz bugün bu hâldeyiz. İntertoto Kupası, sponsor bulamıyoruz, yayın gelirleri düşük diye kaldırılmiştı. O günün koşullarında bu şekilde üçüncü bir organizasyona gerek yoktu. Şimdiyse aradan 12 yıl geçtikten sonra Konferans Ligi’ni alkışlayacak, hatta bundan umutlanacak bir konuma geldik. 

   Dün Avrupa’nın büyüklerinin önemesemediği UEFA Avrupa Ligi, bugün oldukça cazip bir konuma geldi. Bundan yine 8-9 yıl önce mesela İngiliz takımlarının lig gelirlerinin UEFA Avrupa Ligi gelirlerinden çok daha fazla olması nedeniyle Avrupa Ligi’ne önem vermediği söylenilirdi. Bugunkü konumda Avrupa Ligi, çok daha fazla kazandırıyor. İngiltere’nin de önem vermesiyle bu sefer Şampiyonlar Ligi’ni zaten kazanma şansı olmayan ikincil İspanyol takımları da Avrupa Ligi’ne önem verdi ve şu an UEFA Avrupa Ligi, neredeyse İngiliz ve Ispanyol takımları arasındaki bir turnuvaymış gibi görünüyor. 

   Şimdi geçmişiz Avrupa Süper Ligi hakkında görüş bildiriyoruz. Alan mutlu veren mutlu olduktan sonra biz ancak sahada oynanan oyunla ilgilenebiliriz. Daha fazlasına gerek yok, zaten haddimiz de değil. Kadro değeri ne olursa olsun, her takım her takımı doğru taktikle yenebilir ancak anlaşılan birilerinin burnu fena kalkmış. Onlar Totenham’ı 3-0’la dağıtan Dinamo Zagreb’i görmezler, görmek istemezler. Çünkü birileri, birilerinin burnunu fena kaldırdı ve işin aslı da bu. İşte Avrupa futbolu, bunun ceremesini çekiyor. Avrupa Birliği’nin çatırdamasının futbola yansımasıdır bu. Futbol, bugüne kadar Avrupa kıtasının dişına çıkamamıştır ki! Futbol denilince akla kıta futbolu gelir. Getirdikleri yabancı sınırlandırması da öz evlatçılık olsun diye değil Avrupa futbolu daha fazla kazansın, havuzdan alınan bu yüksek pay, yine Avrupa’da kalsın, Fildişili değil de İtalyan, İtalyan da olmazsa İspanyol kazansın zihniyetindendir. Bizim bunu anlamadığımız gibi yabancı futbolcu sınirlandırması getirirken Avrupa’nın beş büyük ligini örnek göstermemiz ayrıca komik. 

   Dünya, beşten büyük değil. Kariyeri yükselişe geçerken Asya pazarina açılmaya karar veren kaç futbolcu var ve şu an ne durumdalar? Avrupa futbolu denildiğinde transfer yapacak kulüpler bellidir, yapamayacak kulüpler bellidir. Dortmund, Ajax, Porto gibi kulüpler üretirken City, PSG gibi kulüpler tüketmeye meyillidir. Birileri sürekli harcar, parası bitmez; diğerleri sürekli kazanır, beli doğrulmaz. 

   Bu pastadan bize pay yok. Dolayısıyla federasyonun UEFA’ya arka çıkmasına da gerek yok. Yıllardır İspanya gibi iki büyük kulüplü lig oluşturmaya çalışan, kuçüklerini ezen, büyüklerini sayan TFF’nin ahlaklılık göstermesine hiç gerek yok. TFF de en az UEFA kadar kirlidir. Adalet arayan bir kulübü -üstelik yalnızca kendi adına değil tüm ülke futbolu adına- lisansını iptal etmekle tehdit eden, kendi içinde tonla hak arayışa, itiraza rağmen hâlâ kendi sorunlarını çözmek istemeyen TFF, bu konuda da bir zahmet susuversin. 

   Hele işine geldiği zaman “Hakemler de hata yapar.” demekle yetinip işine gelmediğinde ortalığı ayağa kaldıran kulüpler, camiaları ve taraftarları hiç konuşmasın. Bugün dünya futbolunda makro anlamda ne varsa Türkiye’de de aynısı oluyor. Birileri sabrediyor, düzeltmeye çalışıyor, iyi niyetli davranıyor diye de kimse bunun ilelebet böyle devam edeceğini sanmasın. Gün gelir bir gün bu Anarşist hareket, Türkiye’de de bir şeyler uyandırır, uyandırcaktır da. 

   Avrupa Süper Ligi’nden geri dönüş olacağını düşünmüyorum. Buna bağlı olarak küyerelleşen dünyada küçük bölgesel liglerin ve büyük uluslarası liglerin ilerleyen yıllarda ulusal liglerin yerini alacaktır. Mesela Karadeniz Ligi gibi, Bask ligi gibi oluşumlar, bu çözülme devam ederse gündeme gelebilir. Öte yandan bu liglerin şampiyonları ya da anlaşmalar doğrultusunda birkaç kulüp anlaşıp yeni uluslarası ligler kurabilirler. 

   Devlet otoritesinin yanlış kullanımı, mevcut otoritelere karşı bir kin oluşturdu. Ancak insanlığın bunaldığı şey, otoritenin ideolojisi değil otoritenin ta kendisi. Anarşizm dediğimiz şey, otoritenin ideojisine karşıdır. 

    Bundan sonra UEFA, kuş tutsa yaranamaz. Burada bir otoritenin beğenilmediğini ve artık tedavülden kalktığını görüyoruz. Ancak neo-liberal sistemin minumum derecede otorite muhtaciyeti, daha katı otoritelerin kurulmasına yol açmaktadır. 

   Yani yeni gelen otorite, -para- eski gelen otoriteden daha iyi olmayacak. Avrupa tarihi, kurumların ve kuruluşların ortaya çıkış tarihidir. Bugün aynı kurumların yıkılışını ve çözülüşünü görüyoruz. Tarih, farklı yazılmaya başlanıyor. Asıl soru tüm bu değişim ve kaos, acaba bir medeniyetin mi yoksa dünyanın sonunu mu getirdiği…