Daha önce sosyal medyanın varoluşu üzerine yerli ve yabancı düşünürlerden birçok yazı okumuştum. İtiraf etmeliyim ki başlarda oldukça ilginç karşıladığım bu yazılar sosyal medya yıllardır aynı tas aynı hamam olduğu için bir süre sonra sıradanlaşmaya başlamıştı.

Bu yüzden epeyi uzun bir süredir sosyal medyaya ne felsefî ne sosyolojik ne de ontolojik olarak yaklaşan hiçbir yazı okumadım. 

Bilen bilir, biz blog yazarlarının büyük(!) bir derdi de yazdıklarını büyük kitlelere ulaştırmaktır. Teoride Twitter, düşünceleri yaymak için iyi bir platformdur. Facebook grupları, taraftar veya muhalif bulmak için harika bir fırsattır. İnstagram, ürünümüzü iyi pazarlayabiliyorsak etkileşim verebilir. Ama pratikte verilen emekle karşılaştırıldığında sosyal medyanın blog yazarına katkısı yok denecek kadar azdır. 

Suç, pek tabii insanların beğeni algısına veya minnet eksikliğine atılabilir. Çünkü bir içerik üretici, kuru bir teşekkür veya yazının tam olarak okunmadığının apaçık belli olduğu saçma sapan bir yorum için bile bir yıl beklemek zorundadır. Bu yüzden her blog yazarı algoritma denen bu acayip şeyi anlamak için biraz kafa yormuş ve algoritmayı delmek -blog yazarları için bu tam anlamıyla teraziyi tekmelemektir- için türlü uğraşlar vermiştir. 

Çünkü sosyal medya, algoritmayı kullanıcılarına sunmadan önce bloggerlar için cazip bir yerdi. Hatta bugünlerden kalma bir inançla blog yazarlığının hâlâ statüsü ve getirisi yüksek bir “iş” olduğu sanılır. Oysa blog yazarlığı bir “hobi”dir. Geçmişte getirisi yüksek bir hobiyken artık götürüsü yüksek bir hobi olmuştur.  

Google, geçmişte ihtiyacımız olan bir şey hakkında zibilyon tane doğru olması muhtemel içerik sunan bir arama motoruyken bugün anahtar kelimenin tekrar edildiği eziyet verici bir araca dönüştü. 

Ancak Ion Bogost’un yazdığı “Sosyal Medya Çağı Sona Mı Eriyor” başlıklı yazı benim hem ilgimi yeniden sosyal medyaya yöneltmeme hem de yeni bir yazı dizisi hazırlamama sebep oldu. Yazının çevirisine şu linkten ulaşabilirsiniz. 

Öncelikle şunu söyleyelim: İon Bogost, bir filozof değil video oyunu tasarımcısı. Kendisi teknolojiyle arası her zaman sorunlu olmuş, bohem bir düşünür değil bütün bu gelişimin içinde olan akademisyen. O, ayrıca dijital bir çağın bittiğini iddia etmiyor. -Bu gerçekten gülünç olurdu- Hatta sosyal medya ve sosyal ağ kavramlarını açıklayarak Facebook, İnstagram ve Twitter’ın dönüşümünü göstermeye çalışıyor. Bogost, insanların bir platform aracılığıyla birbiriyle etkileşime girmesini masum buluyor. Muzır gördüğü şey, bu etkileşimin süreklilik arz etmesi. Önceleri yalnızca yakın arkadaşlarımızla etkileşim içinde bulunduğumuz sosyal ağlar, günümüzde daha fazla takipçi sahibi olmak için her şeyi yaptığımız sosyal medyaya dönüştü. Bu, korkunç bir şeydir. 

Dolayısıyla bizim bireysel olarak Facebook, İnstagram ve Twitter gibi platformları “sosyal ağ” olarak yani yalnızca yakınlarımızla bağlantı kurduğumuz bir araç olarak kullanmamızın hiçbir mahsuru yoktur. Ancak esas sorun, şu anki sosyal medyanın bu kimlikten uzak oluşudur. Biz tekil olarak sosyal medyayı ne kadar bir ağ olarak kullanırsak kullanalım, sosyal medyanın işlevi bu değildir. Çünkü o bir ağ değil bilginin herkes tarafından üretildiği, herkesin medya olabildiği bir platformdur. 

Hepimiz sosyal medyayı bir ağ olarak kullansak bile mesela daha fazla kâr elde etmeyi amaçlamayan, yalnızca insanların birbiriyle etkileşim içerisinde olmasına aracılık eden bir Facebook düşünmek mümkün müdür? Öyle görünüyor ki WEB 2.0 teknolojisinin bir ürünü olan geleneksel sosyal medya, kullanıcı dostu olamaz. Çünkü WEB 3.0. zaten WEB 2.0’ın bu sorumsuzluğuna karşı ortaya çıkmış bir projedir. Kaldı ki pandeminin yıkıcı etkileri olmasa ne geleneksel sosyal medyanın reklam gelirleri ve tabii ki hisseleri bu kadar artabilirdi ne de WEB 2.0 teknolojisi, WEB 3.0. karşısında direnç gösterebilirdi. Bugün WEB 3.0. devrimi geç kalmışsa bu, pandeminin yarattığı piyasa koşullarıyla ilgilidir.  

Öte yandan WEB 3.0. gibi bir proje aydınlanmanın tam olarak gerçekleşmediği, demokrasinin yaygınlaşmadığı bir dünyada nihayete eremeyecektir. Dolayısıyla Antik Yunan’dan beri tartışılagelen nicelik ve nitelik sorunu WEB 3.0.’ın içinde yeniden tüm hararetiyle tartışılacaktır. Çünkü blockchain teknolojisinin dayandığı ekosistem, bir karar alınacağı sırada çoğunluğun davranışlarını uygulayacaktır. Eğer WEB 2.0.’ın getirdiği alışkanlıklarımızı terk edemezsek başta çok iyi niyetlerle ortaya çıkan WEB 3.0. teknolojisi, WEB 2.0’ı bile aratacak kadar kaotik olabilir. 

Niceliğin, niteliğin kesin olarak ifade etmemesinin anlaşılması, karar verme yetkisinin bilgisayarlara devredilmesinin önünü açacaktır. Bu, insanın kendinden akıllı bir eşya ürettiğinin kesin kanıtı değil teknolojinin insanı nasıl mankurtlaştırdığının temel göstergesidir.  

Bir tiktok videosu izlemek, aydınlanmacı kalmaktan çok daha kolaydır. Geçmişte yalnızca dindar olması kâfi görülen halkın, artık yalnızca bir şekilde dijital dünyanın içinde olması kâfi görülüyor. Geçmişte din ile uyutulmaya çalışılan halklar, bugün sosyal medya ile uyutulmaya çalışılıyor. Bu yüzden Türkiye’de sosyal medya yıllardır muhalif olmasına rağmen seçimi yine aynı iktidar kazanıyor. Bundandır aynı iktidarın sosyal medya üzerinde de tahakküm kurmak istemesi. 

WEB 2.0’ın sosyal medyasının ortadan kalkması büyük bir çaba gerektirmiyor ama WEB 3.0’ın kendi sosyal medyasını yaratması da çok uzun sürmeyecektir. 

Çünkü insanoğlu, teknolojiye değil teknoloji -dijital dünya- insanoğluna hükmetmektedir. Kültürel ilerleme, teknolojik ilerlemenin çok gerisindedir. Bogost’un da dediği gibi bizim tam anlamıyla geleneksel sosyal medyayı anlamamız 20 yıl sürdü. WEB 3.0 yaklaşık 10 yıldır hayatımızda ve insanların çok büyük bir bölümü WEB 3.0 ile pandemi döneminde tanıştı. WEB 4.0 aslında kısmen hayatımızda. WEB 5.0’ın ayak sesleri ise çok yakında. Henüz sosyal medyadan video izlemenin görgü kurallarının oturtulamadığı bir dünyada hangi süper iyimser WEB projesi başarılı olabilir ki? 

Mikro blog teknolojisinin WEB 2.0 olduğundan hareketle blog kültürünün WEB 1.0 projesi olduğunu düşünürsek bu merkeziyetsiz yapının dahi henüz tam olarak kabul görmediğini görürüz. Öyle olsaydı bugün sosyal medyası olan herkesin bir de blog sitesi olurdu. 

Blog yazarlığı, merkeziyetsiz bir projedir. Kelime seçiminden sayfa sayısına, sayfa sayısından konuya kadar bir blog yazarı istediğini yazmakta serbesttir. Aynısı karakter sayısı sınırlı olmakla birlikte mikro blog teknolojisi için de geçerlidir. Mikro blogun amacı, -Twitter için- sayfalarla ifade edebilecek bir konuyu 280 karakterle sınırlamaktır. Facebook, bu sınırı kullanıcıya bırakmakla birlikte, aslında insanların canını sıkmayacak kadar bir uzunluğu salık verir. Bu iki mikro blog da belirli kelimeleri, belirli açıklamaların sembolü olarak kullanır. Bunlardan başka İnstagram’ın amacı ise kelimelerle anlatılacak olanı bir görselle göstermektir. Kelime veya açıklama birkaç muğlak ifadeden ibarettir. Bu kelimeler de görseldeki durumu destekleyici bir mahiyete sahiptir. 

Ben sosyal meselelerde hep ilk hatayı arayıp onun üzerinden gitmeye çalıştığımdan fikrimce bugün mikro blog teknolojisinde çuvallıyor olmamızın sebebi, blog teknolojisinin tanıtımında yapılan hatalardır. Yazının başında insanların blog yazarlığını getirisi yüksek bir iş sandığını söylemiştim. Gerçekten o zamanki sosyal medya zemininin de buna uygun olmasıyla ilk blog yazarları bu işten iyi paralar kazandı. Çok da uzmanlık gerektirmeyen ama fevkalâde kaliteli içeriklerin üretildiği bu dönemde blog yazarı olmak, oldukça cazipti. Üstelik kaliteli bir yazarın blogu, onun reklamı oluyor ve başta medya olmak üzere yazdığı alana göre çeşitli iş kollarında istihdamını çok daha kolaylaştırıyordu. Oysa bugün kaliteli finans&kripto para blogları bile sanıldığı kadar ziyaretçi almıyor. O günlerde kazanılan şöhret ve para, hiçbir alt yapısı olmayan bazı kimselerin de blog yazarlığına yönelmesine yol açtı. Artık bilgisayar, işçi ve esnaf çocuklarının da evinde olabilen bir teknoloji hâline gelmişti. Seçkincilerin ifadesiyle blog yazarlığı alt yapısı eksik, değişen dünyaya karşı tavır alamayanların da bilgisayar kullanmasıyla “ayağa düşmüş” oldu. Bu da clickbail denen içerikleri ortaya çıkardı. Bu gelişme algoritmanın devreye girmesinin de meşruiyetini sağlamış oldu. Hesapta algoritma, bu clickbail denen içeriklerin insanların karşısına çıkmasını engelleyecekti. Ancak kaliteli olan içerikler etkileşim alacağından insanların karşısına sürekli kaliteli içerikler çıkacaktı. Sosyal medyanın elin cebe gitmesi kadar uzakta oluşu, 7’den 70’e herkesin her an sosyal medyaya ve internete erişimi algoritma sayesinde sosyal medyanın bir toksik atık merkezine dönmesine sebep oldu. Bugün viralite denilen olguyu belirleyenler öğretmen çocukları, akademisyenler veya siyaset uzmanları değil yıllarca ezilmiş, ötekileştirilen, hor görülen, aşağılanan, hayatın türlü zorluklarıyla baş etmek zorunda olup hiç bilmediği bir sosyal dünyaya fırlatılan insanlardan oluşmaktadır. Bu insanların içinde beyaz yakalılar olduğu kadar üreticiler ve hatta esnaf da vardır. 

Eğer “teknoloji devi” Google, blog yazarlığını bir saadet zinciri olarak “reklam etmeseydi” bugün mikro blog teknolojisi ve algoritma, bu şekilde canımıza okuyamayacaktı. Ama o hâlde Google da piyasanın tek hâkimi olamayacaktı. İş, Google’la da bitmiyor ya neyse. Dünyanın önde gelenleri hizmet sektörünün genişlemesinden doğan birtakım gelişmeleri mal bulmuş mağribi gibi halka anlatmasa veya Merkez Bankası para basma poltikasına gidip aslında hiç telefon sahibi olamayacak kimselerin kısa yoldan telefon sahibi olmasına imkân vermeseydi yahut bunu kontrollü bir şekilde yapmış olsaydı böyle bir kültürel buhranla baş etmek zorunda kalmayacaktık. Dahası da var: Devletler, bu sermaye bolluğunun yaşandığı dönemlerde daha fazla yatırım yapsalar ya da bu genişlemeden halkı daha âdil şekilde faydalandırabilseler belki bu milenyum çağında enformatik/teknolojik bir devrim yapabilirdik. 

İçerik üreticileri için para kazanmanın tek yolu, reklam gösterimidir. Bu sektör de hepimizi doyuracak kadar geniş değildir. Çünkü reklam, hiçbir şey üretmez; pazarlanan şeyden komisyon alır. Bu da kimseyi mutlu edecek kadar değildir. Öyleyse herkesin bu ağın içine dahil olması mümkün değildir. 

WEB 3.0’ın finansmanı da reklam sektöründen sağlanacaktır. Oysa WEB 3.0, WEB 2.0’dan çok daha fazla gelir elde etmeyi ve bunu kullanıcılarıyla paylaşmayı vadetmektedir. Üstelik kullanıcı dostu olduğunu söyleyerek… WEB 3.0 belki krizden sonra dijital reklam sektörünü geliştirebilir ancak ne herkesi kendi projesine dahil edebilir ne de herkesi memnun edebilir. Böyle bir gelişme karşısında sisteme giremeyen ya da girmek istemeyenler de olacaktır. WEB 3.0 tam misyonunu tamamlamaya başladığında bozulacak ve yerini bir sonrakine bırakacaktır. 

O hâlde teknolojinin tahakkümü altına girmiş insaoğlu ya teknolojiyle kendini yok edecek -ki her gün ediyor- ya da geliştirdiği teknoloji, yıkıcı bir etkiye sahip olacak ve medeniyeti yok edecektir. 

İnsanın kıyameti, ürettiği teknolojidir. Kendini yok eden insanoğlu, bütün kâinatı da yok edecektir.