Geçen yılın şu zamanlarında futbol camiası Thiago Motto’nun çılgın 2-7-2 sistemini tartışıyordu. 

   Bu sistemin ilginç olmasının tek yanı kalecisiz gibi oynanıyor olmasıdır. Modern futbolda kaleciler, oyun kurma konusunda son derece önemli hâle gelmiştir. Öyle ki ayakları iyi bir kaleci, doğru kullandığı toplarla rakip takımın başını kolaylıkla derde sokabilir. Bu sistemin en çılgın tarafı ise kalecinin iki stoperin biraz daha ilerisinde konuşlandırılmış olması. 2-7-2’nin farklı yorumlamalarında kalecinin iki stoperin gerisinde de olduğu görülmüştür. En ütopyan şekli ise yukarıdaki şeklidir ve kaleci ön libero pozisyonundan merkez orta sahaya yönelmektedir. 

   Sistemdeki iki bek ise orta saha sağ konumuna gelip geçiş hücumunda orta sahayı kalabalıklaştırıp dönen topları yeniden kullanmak adına pozisyon almaktadır. Takım hücum pozisyonundayken geride yalnızca iki stoper kalırken orta saha iki bek, bir kaleci, iki merkez orta saha ile 5 kişi olmaktadır. Sistemin iki 10 numara ile oynandığını düşünürsek orta saha 7 kişiye çıkmış olmaktadır. İki forvetten biri temposu yüksek, sahte 9 veya sahte 10 oynayabilen bir oyuncuyken diğeri son vuruş ustası bir ceza sahası golcüsü gibi görünmektedir. Bu arada kanatlardaki boşluğu da takım topa sahip oldukça beklerin üçüncü bölgeye geçişi ile dolduracaktır. Sistem, hücum futbolu üzerine kurulmuş olup Tiki-Taka’ya oldukça benzemektedir. Topa sahip olmayı, oyuna hükmetmeyi düşünmeyen bir takım için felaket sonuçlar doğurabilir. Dolayısıyla bu sistemden daha önemli olanı, bu sistemi hangi oyuncu grubuyla oynadığınızdır. Sistem, o kadar mükemmeliyetçidir ki oyunu mükemmele yakın futbolcularun mükemmel uyumu ile oynamazsanız sonuç, yine hüsran olacaktır. 

   Öte yandan bu sistem, klasik ön liberoya muhtaciyeti de ortadan kaldırmaktadır. 

   Yukarıdaki sistem, Ersun Yanal’ın hücum futbolunu göstermektedir. Buna göre iki stoper, iki hücumcu bek, bir diyagonel pas atmada usta 8 numara, bir orta sahaya dinamizm katacak merkez orta saha, iki kanat forvet, bir bitirici forvet bulunmaktadır. Oyunda iki bek, tamamen ileri çıkarken savunmada iki stoper sağ ve sol yana açılıp kesici ön libero merkezde kalır. Merkez orta saha 10 numara pozisyonuna kayar, 8 numara ise dönen topu yeniden kullanabilmek adına pozisyon alır. Kâğıt üzerinde 4-3-3 gibi görünen bu sistem takım hücum halindeyken 3-1-6 gibi olmaktadır. Bu sitem de 2-7-2 gibi ancak topa sahip olunduğunda işe yarayabilir ve bu yüzden mükemmel oyuncularla ve uyumla oynanmalıdır. Sistemde daha hücumcu olabilmek için ön libero çıkarılıp merkez orta saha veya merkez orta saha çıkarılıp skorer bir 10 numara hamlesi yapılabilir. Dolayısıyla sistem ilk ihtimalde 2-2-6, ikinci ihtimalde 2-1-7 şeklinde dahi olabilmektedir. 

   Dolayısıyla 2’li savunma yapmak, futbol için çok yeni bir durum değildir. Bu, 3’lü savunma için de geçerlidir. Klasik 4-2-3-1 sisteminde bile dengeli oynayan takımlar, beklerden birini hücumcu yapıp diğerini geride bırakır. Bu durumda 4-2-3-1 sisteminde geride üç defans ile bir ön libero kalmaktadır. 4 kişiyle defansta olan takım, 6 kişiyle hücumcu olmaktadır. 4-2-3-1’i sisteminde ofans durumundayken iki bek zaten genellikle ayaklarını orta saha çizgisine basmaktadır. Bu durumda sistem, ön liberonun işlevine göre (kesici, box-to-box, regista, çapa) değişmekle birlikte 2-7-1 gibi de olmabilmektedir. Motta’nın sistemi de kâģıt üzerinde 5-4-2 görüntüsü verse de sistemin asıl odağının hücum futbolu olmasından sistem 2-7-2 olmaktadır. 

   2-7-2 gibi bir sistemin geleceğin sistemi olarak değerlendirilebilmesi için öncelikle bir ihtiyaçtan ortaya çıkması gerekmektedir. Bu sistemin tek artısı ise seyircilerin nefret edip teknik adamların çok sevdiği kesici ön liberoyu ortadan kaldırıp kaleciyi ön libero ve merkez orta saha olarak kullanıp pas oyununda çok aktif olmasını sağlamaktadır. Esasen modern futbolda da sistem gereksinim duyarsa ön libero oynatmanın hiçbir sakıncası yoktur. Ki bazı teknik adamlar için ön libero olmazsa olmazdır. Sorun sahaya yayılmak ise 4-2-3-1 çıksanız bile sahaya nüfûz edebilirsiniz. 

   İyi kapanan takımlar, hücum futbolu oynayan birçok yüksek statülü takımın başına bela olmuştur. 2000’de UEFA kupasını Galatasaray’ın, EURO 2004’ü Yunanistan’ın alması bardağı taşıran son damla oldu. İşte en katı savunmaları bile çaresiz bıraktıracak Tiki-taka futbol sistemi, bu şartlarda Hollanda total futbol anlayışından doğmuştu. Bu sayede Barcelona, katıldığı tüm kupalara ambargo koyarken İspanya’da EURO 2008 ve 2010 dünya kupasında zafere ulaşmıştı. Tiki-taka zirvede, yenilmez bir sistem olarak görülürken Almanya’da yine Total futbol anlayışından hareketle Klopp’un ellerinde Gegen-pressing sistemleştirilmiş oldu. Şu anki dünya futbolunda Gegen-pressing’i iyi derecede uygulayan takım başarılı olmaktadır ancak Gegen-pressing’i alt edecek spesifik bir taktik bulunmamaktadır. Bu durumda popüler olacak sistem ya farklı bir futbol anlayışından beslenip bambaşka bir sistem ya da yine total futbol anlayışından beslenip bir antitez ortaya koyacaktır. 

   Elbette futbol üzerinde bu ve bunun gibi tartışmalar var olmuştur ve var olmaya da devam edecektir. Esasen futbol adamları futbolun bir diziliş problemi olmadığını bilir. Futbol oyunu için bir karakter tayin etmek mümkün değildir. “Futbol, fizik gücüyle oynanır.” yargısı İspanya özelinde düşünülünce geçersiz İtalya özelinde düşünülünce son derece doğru bir yargıdır. 

   Futbol’un bir diziliş problemi olmadığı açıktır. İstediğiniz gibi dizilin; takımınızın ruhu, başarıya açlığı, özverisi, uyumu, hedefi yoksa sürdürülebilir bir başarı mümkün değildir. Hepsinden önemlisi Abdullah Avcı’nın dediği gibi “Bir teknik direktör takımın yüzde yüzüdür.” Teknik direktör futbolculardan daha da fazla yukarıda saydığımız meziyetlere sahip olup futbolcunun potansiyelini ortaya çıkarıcı bir etkisi olmalıdır. Teknik direktör; misyon, vizyon ve felsefe sahibi olmalıdır. Aynı şekilde kulübün bulunduğu ülke, dünyaya bir futbol anlayışıyla çıkmalıdır. Henüz sert mi yoksa yumuşak bir lig olduğumuz konusunda bile anlaşamazken hangi başarı beklenmektedir, hangi taktik sorgulanmaktadır? 

   John Bynton Priestly’in harika bir sözü vardır. “Futbolun 22 adamın bir topun peşinde koşmasından ibaret olduğunu söylemek; kemanın tel ve yaydan, Hamlet’in kâğıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekle aynı şeydir.” 

   Futbolla ilgilenen birinin futbolun dizilişiyle uğraşıp asıl çözmesi gereken noktayı gözden kaçırması en hafif tabiriyle gereksiz bir işle uğraşmaktır. 

   Nasıl ki sanat, bir form (biçim) sorunu değilse ve ölçüsüz veya ölçülü olarak eser verilebiliyorsa anlatının kendisi devre ve coğrafyaya göre manzume, roman, hikâye, masal, halk hikâyesi, efsane, destan gibi değişik türlerde karşımıza çıkabiliyorsa futbol da bir form, diğer bir ifadeyle diziliş problemi değildir. 

   Dizilişi belirleyecek olan -elindeki oyunculara bakarak- teknik direktördür. Bu ise takımlar özelinde teknik direktörün problemidir. Kazanmak için ihtiyacınız olan çılgın projeler değildir. O golü yiyecekseniz kalenin önüne otobüs de çekseniz, tank da koysanız yersiniz ancak o golü atamayacaksanız rakip kaleye Zigetvar kalesini kuşatır gibi şut atsanız da 11 tane Tsubasa oynatsanız da o golü atamazsınız.