Üçüncü sınıf yayınevleri garip garip eserler basmaya devam ederken cemiyetimizde sanatın, anlamlı bir şey olup olmadığı sorusu yeniden gündeme geldi.
Soruyu böyle sorduğumuzda sanatın, bir his aktarımından hareketle akılla fikirle bir ilgisi olmadığını iddia edebiliriz. Yüzeysel baktığımızda sanatı, bir his aktarımı olarak görürüz. Gerçekten de sanat, bazen ve biraz da his aktarımıdır ama sanatı tümüyle hislerden ibaret görmek bakış açısı eksikliğinden kaynaklanır.
Bir şeyi severiz veya bir şeyden nefret ederiz. Bu şey, bazen her şey olabileceği gibi şeylerin bir kısmı veya hiçbir şey de olabilir. Bunun mantıklı bir sebebi yoktur. Ancak bizler bu duyguları, sonradan akla uydururuz. Buna, duygulara mantıklı sebepler bulmaya, rasyonalizasyon adı verilir.
Peki, kimsenin anlamadığı bir şey sanat olabilir mi? Sanat eseri, içerisinde öyle bir anlamı haiz olsun ki ondan bir şey anlaşılmasın. Böyle bir eser, sanat eseri olarak değerlendirilerilebilir mi? Saçma bir şey sırf güzel olduğu için sanat eseri sayılabilir mi?
Baudleaire: “Sanat; iğrenç olan bir şeyi, sanatsal ifade gücüyle güzelliğe dönüştürür. Bu da sanatın ya da sanatçının şaşılası ayrıcalıklarından biridir.” demiş. Buna göre burada üzerinde durmamız gereken nokta, sanatsal ifade gücüdür. Ama en nihayetinde sanat, insanın en çok acıma ve empati gücüne hitap eder. Aristoteles, tiyatro için “duygu eğitimi” demişti. Demek ki sanat, insanın en ilkel duygularına hitap ederken “estetik” aracını kullanmaktadır. Buna göre bizler, sanat eseriyle ilkel dürtülerimizi dolaylı yoldan kavrar, bize bu dürtüleri doğrudan hatırlatan uyaranlardan tiksinti duyarken sanata sempati duyarız.
Her sanat eserinin mutlaka bir sanatçısı vardır. Kimse tarafından duyulmayacak bir eser, sanat eseri olamayacağına göre sanatçısı her ne derse desin, sanat eseri bir kitlenin beğenisine sunulmak için ortaya konur. Bir metnin sanat eseri olarak değer kazanabilmesi için alıcısının olması şarttır. Çünkü sanatçı, eserini yazarak toplumla iletişim kurmaktadır. Edebiyat söz konusu olduğunda bir konu, bir düşünce, bir hayal sanatçının zihninde işlenmekte ve kullandığı dilin anlatım gücü nispetince kâğıda aktarılmaktadır. Kâğıt burada araç rolü görerek sanatçının zihninde işlenmiş olanları okuyucunun zihnine aktarmaktadır. Buna göre sanatçı, bir şey anlatmak için bir eser kaleme almıştır. Okuyucu ise bu anlatılanlardan bir şey anlamıştır. Sanatçının ifade ettiğinden okuyucunun çok uç yorumlar çıkaramamasının nedeni, metnin dil ile sınırlandırılmış olmasındandır. Dil ve kavram dünyası arasındaki ilişki yorum yapma genişliğimizi sınırlar.
Geleneksel sanat anlayışını halk ve yüksek zümre olarak ikiye ayırıyoruz. Halk edebiyatında anlam, genelde çok açık olduğundan halk edebiyatını pek fazla yoruma tutamıyoruz. Geleneksel dönemde halk edebiyatı eserlerinde asıl amaç bir ders vermek olduğundan anlam, bilinçli olarak açık bırakılmıştır. Yüksek zümre sanatı dediğimiz daha çok saray ve çevrelerinde ortaya çıkıp gelişen sanat anlayışında ise belirli semboller (divan edebiyatında mazmunlar) belirli anlamları karşılar ve bu anlamın dışına pek fazla çıkılmak istenmez. Buradaki üslûbu, daha önce üzerinde uzlaşılan şifreler tayin eder ve bu üslup da aslında bir jargondur. Bazen bu eserlerde anlam, katmanlar hâlinde sunulsa da esas anlatılmak istenen ve sahih olan yorum, tabiî ki son katmandadır.
Modern sanatın karşı çıktığı şey, geleneksel sanat anlayışında anlamın tek oluşudur. Modern sanatta sanatçı, özne olmaktan çıkarak okuyucu aktif konuma geçer. Buna göre sanatçı, eserinde belirli birtakım boşluklar bırakarak okuyucunun, bu boşlukları kendi yaşantısı yoluyla doldurması, kendi iç yolculuğuna çıkması sağlanır.
Ancak bu demek değildir ki sanatçı, eserine herhangi bir anlam yüklemesin veya eserinde bir şey anlatmasın, daha da kötüsü saçmalasın! Kafa karışıklığının, can sıkıntısının sanatı, insanın hangi ilkel duygusuna hitap edebilir ki? İnsanın doğasından koptuğu, bu doğadan koparken eski doğayla tıpa tıp zıt bir doğa oluşturduğu günümüz toplumunda insanlar bu tür eserleri satın alsalar da bunun ne önemi var ki?
Esasen bugün sanatta bir anlam arıyor olmamızın sebebi eleştirmenlerin/ araştırmacıların/ edebiyat tarihçilerinin edebiyata yaklaşımı ve edebî eserleri değerlendirme yaklaşımları arasındaki farklardan kaynaklanıyor.
Bu dört yaklaşımdan ilki, sanatçı merkezli yaklaşımdır. Romantik düşünceden beslenen bu anlayışta sanatçı, bir dâhi olarak kabul edilir. Bir eser incelenirken onu, sanatçının muhayyilesinin meydana getirdiğinden hareketle sanatçının ruh hâli üzerinde durulur. Bu yaklaşımda Freudyen bakış açısı kullanılır.
İkinci bir yaklaşım ise yapıt merkezli yaklaşımdır. Burada eser, biçimsel olarak eleştiriye tâbi tutulur. Anlatım gücü, üslup, edebî biçimlere uyup uymama, dil bilgisi kurallarına riâyet etme, bu eleştirinin temel hareket noktalarıdır.
Üçüncü yaklaşım ise alımlayıcı kuramdır. Buna göre eleştirmen, eleştiri yazısını kaleme alırken bir sanat eseri ortaya koyar. Eleştirmen; eleştiriye tâbi tuttuğu eseri yorumlarken ruhunda uyandırdıklarından, kendi içsel yolculuğundan bahseder. Bu, modern sanat eserleri için düşünüldüğünde oldukça doğru bir yaklaşımdır çünkü bir noktada entelektüel seviyesi yüksek, sanatçı olmaya meyyal kimselerin entelektüel seviyesi düşük kesime ilgili eseri yorumlayabilecek metodu yahut hazır düşünceyi vermesi gerekecektir.
Dördüncü yaklaşım şekli olan toplum merkezli kuram ise kendi içerisinde üç ana başlık altında incelenir. Bunlardan ilki sanatın, görüngü dünyasını yansıttığıdır. Buna göre sanatçı, algıladığı dünyayı eserlerine yansıtmaktadır. Bu yüzden sanatçı, çevresinden oldukça etkilenmektedir. Sanatçı, eserlerinde gerçek olanı yakalamaya çalışmalıdır ve ancak gerçeği yansıtan eserler iyi bir sanat eseridir. Katharsis düşüncesine göreyse sanat, gerçekte mümkün olabilen olay ve durumları yansıtmalıdır. Üçüncü bir yaklaşım, sanatın ideal olanı yansıtması gerektiğini savunur. Burada da karşımıza Marksist edebiyat kuramları çıkar. Plehanov’un savunduğu anlayış, ilk Markist eserlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Ona göre devlet, edebiyata biraz müdahale etmelidir. Tüm bu zemin, Sovyet Yazarlar Birliği Kongresi’nin toplanmasına ve Mayokovski öncülüğünde bir Marksist edebiyatın gelişmesine öncülük eder. Daha sonra Althusser ise Marksist edebiyatı yeniden ele alma ihtiyacı duymuş ve sanatı, bir ideolojiye hizmet etmekten çok hayatı yansıtma olarak kabul etmiştir.
Buna karşılık toplum temelli yaklaşımlarda tarihsel, toplumsal ve marksist olmak üzere üç eleştiri kuramı gelişmiştir. Tarihsel eleştiri, sanat eserini ele alırken daha çok dönemin şartlarını göz önünde bulundurup eserin içeriğini ihmal ederken toplumsal eleştiri, sosyolojiden beslenir. Tarihsel eleştiride yararlanılan temel disiplin tarih, toplumsal eleştiride ise sosyolojidir. Marksist eleştirinin toplumsal eleştiriden en temel farkıysa meseleyi bir sınıf çatışması olarak ele almasıdır.
Her ileti, içerisinde bir anlamı haiz olarak göndericiden alıcısına doğru hareket eder. Sanatçılar, toplumun içerisinden çıkmakla ve toplumla aynı şeyleri duymakla birlikte toplumu aşmış kişilerdir. Bu yüzden yaşadıkları topluma, öncülük ederler.
Elbette devir, hızla değişiyor ve Modernizm, bireyde kafa karışıklığına sebep oluyor. Bu, sanatçının daha da kırılgan daha da yumuşak olması gerektiği anlamına gelmiyor. Toplum, besbelli bir değişim içerisinde ve bir şeyler biz istesek de istemesek de değişiyor. O hâlde insan, kendi sebep olduğu değişimi farkına varır ve kendi menfaatine olacak bir değişime meylederse çağının getirdiği buhranlardan korunmuş olur.
Anlamsız bir şeyin sanat eseri olarak sunulabileğini düşünmüyorum. Bu tür eserler, samimiyeti son derece şüpheli birer metinden başka bir şey olamaz. Kaldı ki yıllardır aynı problemle baş etmeye çalıştığını söyleyen biri, ne kadar dürüst, ne kadar samimi olabilir?
Bir sanat eserinde okuyucunun aktif olması anlayışı edebî eserin bir anlam taşıyabilmesinin önüne geçmez. Çok anlamlılık, bir anlamın olmadığı demek değildir. Kaldı ki Post-Modernizm de bu çok anlamlılığı kaldıramadığı için yerini Post-Truth’a bırakmıştır.
O hâlde her şeyden daha çok, en çok da bugünlerde, toplumdan etkilenecek ama kendini topluma kaptırmayacak sanatçılara ihtiyacımız var..