Bu zamana kadar nitelikli şiir ve şiirin niteliği üzerine birçok yazı yazıldı ancak kimse şiirin niceliği üzerine birkaç söz söyleme endişesi duymadı. 

Oysa şiirin niceliği sorununu çözmemiz, nitelik sorununu ortadan kaldıracaktır. 

Öncelikle her popüler şey kötü değildir veya çok olan şey, değerini kaybetmez. Çünkü sanat eserleri paha biçilmezdirler ve cümlenin malumu olduğu üzere şâirler yazdıkları şiirler ve kitaplarla anılır. Sanat dünyasında “ne kadar çok aktif olmak, o kadar tanınmak” demektir. Sanatçı, üzerinde güzel bir şeyler üretmek zorunda olmanın baskısını hisseder. Tribünler, güzel oyun ister. Ancak bunun sürekli olmasını da talep eder. Ancak realitede bu, her zaman mümkün değildir. Şair, bazen içi oldukça boş şeyleri süslü cümlelerle söyler. Bazense hikmetli sözleri sanatsız bir şekilde ifade etmek zorunda kalır. O an şair için sonuç almak önemlidir ve buna göre davranır. 

Sonuçta her şairin bir veya birkaç şiiri bilinir ve takdir edilir. Diğer şiirleri, şairin kendisi için önemli olsa bile okuyucular için tahammül edilen kelime yığınlarından ibarettir. Çünkü o şiirler, sanat olarak da anlam olarak da şairin zirveye çıktığı şiirinden oldukça geridedir. Şair, kendi kendine çıtayı yükseğe çıkarmıştır zaten. 

Sanatı; ilham, kelime işçiliği, kendini ifade etme gibi kavramlarla açıklarsak ortaya koyduğumuz sanat eserinin güzelliği de çoğu zaman tesadüfî olacaktır. Gerçek şu ki herkes ölmeden önce dünyada bir iz bırakmak ister. İnsanlar, bu yüzden çoluk çocuk sahibi olmak ister. Hayattayken de öldükten sonra da bir şekilde hatırlanmak ister. Dolayısıyla sanat, çoğu zaman bilinçli bir eylem değil yokoluşa ve bazen de varoluşa karşı koyuştur.

Sanat, sanatçının biriktirdiklerinden meydana gelmiştir. Sanatçı, yeni deneyimlere açık olmaz veya herhangi bir sebepten yeni deneyimler biriktiremezse kendini tekrar eder. Günümüzde edebiyat, tutunamayan insanların kendini avutma aracı hâline gelmiştir. Günümüz edebiyatçılarının gerçeğe ulaşmak veya gerçekliğin bir ucundan tutmak gibi bir kaygısı bulunmamaktadır. Edebiyat gittikçe gerçeklikten uzaklaşılan, huzurlu, risksiz ama yapıntı bir ortam hâline geldi. Bu durumda sanattan bir şeyler bekleyebilmek mümkün değil. 

Bir şair önce yaşayacak, sonra bu yaşadıklarının üstünden bir zaman geçecek, yaşadıklarından kendine bir ders çıkaracak, bunu sözlü olarak ifade edecek, daha sonra en güzel şekliyle sanat eserine dönüştürecektir.. Gerçekten bir şair, ömründe kaç defa bu aşamaları geçip kıymetli bir sanat eseri ortaya koyabilir? Yaşama gayesi, şiir yazmak olan bir şairin yazdığı şiirler ne kadar nitelikli olabilir? 

Oysa elimizde sanattan başka hiçbir şey kalmadı. Oysa bir insanı dönüştürmek, yeni gelenekler oluşturmak ve bu geleneklerin aktarımını sağlamak için sanata her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. 

İsmet Özel’in küçük şair olması için de birçok sebep vardır ama bir yanından yakalayacak olursak onun büyük şâir oluşu, kendini arayışından ve bu arayışı içtenlikle dile getirmesinden gelir. İsmet Özel’in birçok güzel şiiri, gençlik yıllarında yazmış olduklarıdır. Çünkü Özel’in gençlik dönemlerindeki o coşkunluğu -ister istemez- ilerleyen yaşlarında kendini sebâta ve atalete bırakmıştır. 

Bu tekrar ediş, edebiyatımızın en çok eser veren hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’da çok belirgindir. Mustafa Kutlu, şüphesiz iyi bir hikâyecidir. Ancak birkaç Mustafa Kutlu hikâyesi şevkle peş peşe okunduğunda bir süre sonra bir şeylerin hep aynı olduğunu fark edilir: Kahramanların dünya görüşü, geçilen sokaklar, ifadeler, manzaralar, ağaçlar hep aynıdır. Mustafa Kutlu, hayal kırıklığına uğratmaz ama şaşırtmaz da. Oysa yazar, her sayfada insanı şaşırtabilmelidir. O şaşkınlık insana bir şeyler öğretir. Ancak Mustafa Kutlu, belirli bir seviyenin üstüne de çıkmıştır ancak altına inmemiştir. Bu da en azından ortalama üstündeki bir okuyucuyu sıkmaktadır. Mustafa Kutlu’nun büyük bir edebiyatçı olamamasının “büyük” sebebi de budur. 

Bazı şairlerin bir ya da birkaç “güzel” şiirinin olması kâfidir. Şiir yazmak, baştan aşağı bir süreci ifade eder. Çoğu şiir, sunulmak kaygısıyla yarım bırakılmaktadır. 

Şiir yazan kimseye de şair denir. Bunu abartmaya, şairiyete farklı anlam yüklemeye gerek yoktur. Çünkü şairlik, bir meslek değildir. Bu yüzden istidadı olan herkes şiir yazabilir. 

Şiir yazmaya da en azından roman yazmak kadar bir zamanın ayrılması lazımdır. Sırf daha kolay diye çok sayıda şiir yazmanın bir anlamı da yoktur. Peş peşe gelmiş 30-40 satır öyle özenli seçilmelidir ki romanın 600 sayfada anlattığını anlatmaya muktedir olsun. Veya bir deneme yazarı, meramını birkaç sayfada o kadar güzel ve etkili anlatmalı ki o türe deneme diyebilelim. Attığımız taş, kurbağayı ürkütmeye değmeyecekse neden bu kadar uğraşıyoruz ki? 

Elbette bazı çabaların takdir edilmesi gerektiğini düşünüyor ve benim “üçüncü sınıf yayınevi” adını verdiğim yayınevlerinden çıkan eşe dosta dağıtılan kitapların önemli olduğunu düşünüyorum. Ama onlar ancak o kadar. O kitaplar derunî anlamlar taşıdığı için satılmadı, bir anlam taşımadığı için satılmadı. Maalesef bunlara bile bir özellik atfetmeye çalışan, bu kitaplar üzerinden para kazanmak isteyen kişiler yüzünden bu halk yaratması olarak görülebilecek teknik anlamda kusurlu eserler göklere çıkarılıyor. 

Bazı şiirlerin hiç yazılmayacak oluşu da bu yazının kârı olacaktır.