Şöyle küçük bir literatür taraması yapacak olsak okuyan insanın mutsuz olduğuna işaret eden pek çok özlü söz buluruz.
İnsan da öyle değil midir? Çocukken hiçbir şey bilmemesine ve anlamamasına rağmen hayatının en mutlu günlerini çocukluğunda geçirmiyor mudur?
Bütün toplumlarda okuyan insanlar, toplumdan soyutlanmış kişiler değil midir? O kişiler ki o toplumların başına iş açanlar değil midir?
İktidarlar hep okumuş, sorgulayan insanları ortadan kaldırmaya çalışmamış mıdır?
Elbette yüzeysel olarak düşündüğümüzde yukarıdaki soruların hepsine evet cevabını veririz. Peki ya, yüzeysel olarak düşünmezsek?
İnsan, gerçekten en mutlu olduğu zamanları çocukluğunda mı yaşamaktadır? Bunu bize söyleten okumak mı yoksa hayat şartları mıdır? Acaba bizler okuduğumuz ve düşündüğümüz için mi mutsuz oluyoruz yoksa altından çıkamayacağımız sorumlulukları üstlendiğimiz için mi? Her şeyi neden okumak eylemiyle karşılaştırıyor ve buna bağlıyoruz ki?
Hiç kimse okumanın, mutluluk getirecek bir eylem olduğunu iddia edemez. Bununla birlikte okumak, tek başına mutsuz olmamıza da neden olmaz. Ancak hayatın, okumuş insanlara sunduğu fırsatlar yeterli değilse, toplum aydınlarına saygı duymuyorsa, devlet aydınlanmamış vatandaşların daha kolay yönetileceğini düşünüyorsa insan okudukça kendindeki toksiklikleri çoğaltıyorsa okumak elbette her şeyin suistimal edildiğinde olduğu gibi mutsuzluk getirebilir.
Geleneksel anlayış, okumak ile devlet kapısında bir işe “kapak atmayı” eşleştiriyor. Devlet, her zaman garantör bir organizasyon olarak görülüyor ki zaten devletin esas görevi de budur. Ancak günümüzde tek yol devletten geçmiyor. Günümüzde böyle bir saadet anlayışı da yok. Artık her şey, insanın teşebbüsüne bağlı.
İnsan; daha fazla para kazanmak, daha yüksek statü sahibi olmak gibi amaçlarla kitap okumamalıdır. Bu, kitap okuma eylemini özünden saptırmak olur. Kitap, bir takvim yaprağı gibi, okunmak için okunacak bir şey değildir. Kitap okumak, insanın kişisel kurtuluş savaşını başlatmasıdır. Kitap okumak, insanın kendini tanıyabilmesidir. Herkes bu aydınlanmayı gerçekleştirecek diye bir kanun da yoktur. Her insanın kapasitesi başka başkadır.
İşte bu içsel yolculukta kendini bulacağı yerde kaybedenler için okumak, bir mutsuzluk nedenidir. Onlar, okumanın aydınlanma kısmını hiç bilmemektedirler. Onlar, okumayı başka amaçlar için kullananlardır.
Doğu toplumlarında düşünmek, kederlenmekle bir tutulmuştur. Öyle ki Farsça endîşe, düşünmek anlamına gelmektedir. O yüzden Doğu toplumlarında ‘aydınlanma” söz konusu değildir. Aydınlanma, Batı’ya özgü bir şeydir ve Doğu toplumlarında görülen bilimsel gelişmeler artık “aydınlanma” değil başka bir şeydir.
Yazımızın başında okumak ile mutsuzluk arasında bir korelasyon olduğunu iddia eden pek çok yazarın var olduğundan bahsettik.
O hâlde önemli bir sorumluluk da yazarlara düşmektedir. Esasen herkes, benzer şeyleri hisseder. İnsanların, kitap okumasının nedeni de hiç bilmediği hislerle karşılaşması değil deneyimlediği duyguları tekrar deneyimleme şansını elde etmesidir. Yazarın sıradan bir insandan en önemli farkı, hissettiklerini ve fikrettiklerini “güzel” bir şekilde ifade edebilmesidir. Buna üslup denir ve yazarları yazar yapan bir üslup sahibi olabilmeleridir.
Bu durumda yazarlar, okunmak kaygısıyla duygularını ve fikirlerini “basit” bir şekilde anlatmaya çalışmamalı, okuyucularını içsel bir yolculuğa davet etmelidir. Çünkü okumanın amacı, keyifli vakit geçirmek veya eğlenmek değildir. Okuma sonucunda bu hâller ortaya çıkabilmekle birlikte bunların güzelliği ancak ikinci planda kaldığında alınmaktadır.
Her ne olursa olsun bir eylem, sırf yapmak için veya mutlu olmak için yapılmaz. Eğer bireyler, aydınlanmanın bilincine ulaşamamışsa kitap da okusalar, spor da yapsalar yaptıkları ona mutluluk getirmez. Zorunluluğa dayanan her eylem gibi kitap okumak da sıkıcı, mutsuzluk yaratan bir şey olur.
Dolayısıyla okumaktan ziyade okumanın bilincine ulaşmak gerekir. Modern devirde her şeyin bilincine ulaşmanın biricik yolu, aydınlanmanın bilincine ulaşmaktır.