Bundan yaklaşık iki yıl önce Rise of Empire’ı izlemek hem de çok tartışılan bir platform hakkında fikir sahibi olmak için Netflix’e üye olmuştum. 

Netflix’ten izlediğim ikinci film, Bir TRT yapımı olan Aşkın Yolculuğu: Yunus Emre’ydi. 

Filme başlarken elbette çok fazla bir beklentim yoktu. Film; bu son derece ön yargısız ve minicik beklentilerimi bile karşılamadı. Öte yandan film, genel olarak gayet olumlu eleştireler almış.

Bunun da iki önemli nedeni var.

Birincisi, Yunus Emre gibi bir diziyi ancak Yunus Emre meraklısı olanlar izler. Filmin kitlesi tekke kültürüne meyyal, muhafazakâr gençler ile ancak benim gibi Türkoloji öğrencileridir. 

İkincisi, Türkiye’de Aşkın Yolculuğu: Yunus Emre’nin muadili eserlerin bırakın henüz yapılmış olmamasını, yapılmasının akıllardan bile geçmemesidir. 

Elde hiçbir şey olmadığından ülkemizde bir şeyle ilgili eleştiri kültürü oturabilmiş değil. Dolayısıyla bu dizi de ya övülecek ya da yanlış şekilde eleştirilecektir. Film, kendi kitlesinin dışına çıkmadığı için zaten solcuların gazabına uğrayamazdı. Solcuların hiç umursamadığı bu dizi, bu yüzden ağır bir eleştiri almadı.

Yunus Emre’nin başına gelen de budur. Evet, filmde tasavvuf kültürü olabildiğince yansıtılmaya çalışılmıştır. Hatta bunda başarılı olduğu da söylenebilir. Evet, filmde ney müziği gerçekten çok hoş olmuş ve evrensele ulaşma noktasında da son derece önemli. 

Asıl eleştirilmesi gereken filmin senaryosunun; zahid-rind çatışması, tasavvufa yönelme, seyri sülûk gibi meseleler üzerinde çok yüzeysel durması. Film, tasavvuf kültürünü anlatma derdinde değil tasavvuf kültürünü canlandırmak istiyor. Tam kırk iki bölüm boyunca filmde edebiyat nâmına hiçbir şey yok. Yalnızca son iki bölümde Yunus Emre, peş peşe birkaç şiirini okuyor, o kadar. Kırk iki bölüm boyunca tarikat adabına vurgu yapılmasına rağmen çatışmaların yüzeysel olarak anlatılması filmin asıl başarısız yönleri arasında.

Şeyh- mürşid, mürşid ile mürşid arasındaki diyaloglara bu kadar çok ağırlık verip izleyiciyi asıl hikâyeden başka bir yere götürmenin gerçek Yunus Emre’yi kavratmakta, bir kültürü aktarmakta ne gibi bir katkısı olabilir ki?

Filmde belki de en çok aranması gereken, Yunus Emre’nin şiirlerini yazarken veya söylerken nasıl bir hâle büründüğü ve diğer mürşidlerin bunu nasıl karşıladığından bir bahis yok. 

Dolayısıyla film, Yunus Emre’nin değil de herhangi birinin tasavvufi yolculuğu olarak değerlendirilse çok daha isabetli olur. Çünkü Yunus Emre, Türkçe demektir. Çünkü Yunus Emre, Türk şiiri demektir. 

Filmin seyirciler tarafından en çok eleştirilen noktasıysa Yunus Emre olarak çizilen portre olmuş. 

Bizler ders kitaplarında Yunus Emre’yi tahta kurusu gibi biri olarak gördüğümüzden önce Gökhan Atalay’ın heybeti karşısında ister istemez şaşırıyoruz. Üstüne üstlük, Yunus Emre’nin kadı olduğunu öğreniyoruz. Bizim bildiğimiz Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli’ye hizmet etmiş gariban bir Anadolu köylüsüdür. Çalışmasının karşılığında Hacı Bektaş-ı Veli, ona buğday yerine nefes vermeyi teklif etmiş ancak Yunus Emre “Neyleyeyim nefesi, benim buğdaya ihtiyacım var.” diyerek Bektaş’ın dergâhından ayrılmıştır. Yolda pişman olan Yunus Emre, geriye dönüp Hacı Bektaş-ı Veli’den buğdayları alarak kendisine nefes vermesini istese de Hacı Bektaş-ı Veli: “Biz senin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik.” der. Yunus Emre de bu sebeple Tapduk Emre’ye instisap etmiştir.

Yukarıdaki anlatı Vilayetnâme-i Hacı Bektaş-ı Veli’de geçmekte olup Aziz Mahmud Hüdai‘nin Vakıat‘ında Yunus Emre’nin şeştâ çaldığını, bir gün Tapduk Emre’nin şeştâ çalışını duyup şeştâ çalmayı bırakıp Tapduk Emre’ye intisap ettiği yazmaktadır. 

Yunus Emre’nin kadı olarak gösterilmesi de çok şaşılacak bir şey değildir. İsmail Hakkı Bursevî Yunus’un “Çıktım Erik Dalına/Anda Yedim Üzümi” şiirini şerh ederken onun sulükümden önce müftülük yaptığını söyler. Mehmet Fuat Köprülü, Yunus Emre Divanı’nda o dönemin ilmî ve felsefî sistemlerine atıf olduğuna dikkat çeker. Abdülbaki Gölpınarlı’ysa onun bazı beyitlerinden hareketle Konya’da medrese tahsili gördüğünü tahmin etse de iyi bir eğitim aldığının kesin olduğunu söyler. Gölpınarlı, Yunus Emre’nin Mevlana’dan çeviri yapacak kadar Farsça bildiğini de kaydeder. 

İslam Ansiklopedisi’ne göre Yunus Emre’nin 417 şiirinden 138’i aruz ölçüsüyle kaleme alınmıştır. O dönemde Türkçe yazılı bir edebiyat kültürünün olmadığını düşündüğümüzde 138 şiiri aruz ölçüsüyle yazabilmek, çok iyi bir tahsil gerektirmektedir. Kaldı ki eğitim almamış birinin aruz ölçüsüyle şiir yazabilmesi hele o dönemin şartlarıyla imkânsızdır.

İşin bu tarafını bilen biri için Yunus Emre’nin kadı olarak tanıtılması yanlış değildir. Bu konuda yapılan araştırmalar da Yunus Emre’nin, iyi bir tahsil görmüş olduğunun daha kuvvetli olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar, Yunus Emre’nin ümmî olmasını, kendini ümmi olarak tanıtmasınıysa tasavvufî kültüre uyum sağlama olarak yorumlamaktadır. Yunus Emre, Tapduk Emre’ye intisap ettiğinden beri artık onun için dünyevî bilginin önemi kalmamıştır. 

Elbette eğitim sistemimiz Yunus Emre’yi bütün yönleriyle öğretmiş olsaydı kimse çıkıp “40 yıllık gariban Yunus Emre’yi, nasıl Kadı Yunus yaptınız.” demezdi. Elbette birileri merak edip asıl Yunus Emre’yi merak etseydi bir bilen, bilmeyenlere anlatırdı. Birisi köşe yazısında kadı olanın Aziz Mahmud Hüdai olduğunu ve karıştırıldığını söylemiş. Çoğu izleyici, filmi genel olarak başarılı bulmakla birlikte Yunus Emre’nin gerçek Yunus Emre olmadığını söylemiş. Mustafa Tatcı isminden haberdar olanlar, ekibin içinde Mustafa Tatcı gibi bir âlimin olup da filmde Yunus Emre’nin kadı olarak gösterildiğini anlamamış. Oysa bunu söyleyenler acaba deyip Mustafa Tatcı hocanın çalışmalarına bakma zahmetine girişseydi Yunus Emre’nin gerçekte kadı olabileceğini anlamış olacaktı. 

Yalnızca gariban bir Anadolu köylüsü olarak değil gerek yazılı kaynaklarda gerekse sözlü kültürde Yunus Emre’yle ilgili anlatılan birçok hikâye var. Bu hikâyelerin birçoğu birbiriyle çelişiyor ve hangisinin ne kadar doğru olduğunu kestirebilmek ciddi bir uzmanlık gerektiriyor. Diziside gösterilen Yunus Emre de olabilecek Yunus Emrelerden biri. Tarihte Emre’m Yunus, Âşık Yunus Emre gibi başka Yunus Emrelerin de olması ve anlatılarda bunların birbirine karışması Yunus Emre’nin nasıl bir kişi olduğunu belirgenleştirmeyi zorlaştırmaktadır.

Yine bir yazar, bizlere bugünlere kadar sunulan kahramanların, hep yabancı olduğunu ve bizim de kendi kahramanlarımızı bu tür eserlerle anlatmamız gerektiğini buyurmuş. Bizim kaliteli eserler ortaya koymamız, başkalarının eser üretmesinden bağımsızdır. Bizim asıl eksikliğimiz yazarın da itiraf ettiği gibi başkalarının bir şeyleri bizim önümüze koymasını beklememiz, merak ve isteğimizin düşük olmasından başka bir şey değildir.

Dizinin bir ramazan dizisi olarak vizyona girmesi, Yunus Emre’nin şair yönünün geri plana itilip bir dervişin içsel yolculuğunun öne çıkarılmasına sebep olmuş olabilir. Ancak bu, TRT’nin bize Yunus Emre’yi tanıtmasının boynunun borcu olmadığı anlamına gelmez. Maalesef televizyonlarda izlediğimiz dizilerin büyük bir çoğunluğunun saçmalıklarla dolu olması da Yunus Emre’yi başarılı bir çalışma yapmaz.