İstisnasız her maçtan sonra ama doğru ama yanlış argümanlarla maçın hakemleri tartışmaların odak noktası hâline geliyor.
Televizyon programlarında bilmem kaç farklı açıdan kaç kat yakınlaştırılarak pozisyon üzerine konuşuluyor, analizler yapılıyor, kurallar anlatılıyor, sesler yükseliyor… Sonra her seferinde kameraya mânâlı bir bakış atılarak “VAR niye var?” deniliyor.
Bu ince dil bilgisi detayını her seferinde bizim gözümüze sokup tebessüm etmemizi sağlayarak ülke futbolunun gelişmesine büyük yardımları dokunan spor yorumcularına teşekkürü borç biliriz.
Hakem kararı subjektiftir. Bunu, ikilemde kalınan birçok pozisyonla ilgili çeşitli hakem yorumcularının çeşitli yorumlar yapmasından anlayabiliriz. Adı üstünde pozisyon, hakem tarafından yorumlanmaktadır. Hakem, kuralları uygulayabilmek adına takdir hakkını kullanır. Takdir hakkı da kendi iç dünyasından, kendi iç dünyası da dış dünyadan bağımsız değildir. Hakemler de sporcular gibi insandır ve mevcut sistemin, sosyolojinin bir parçasıdır.
Eyyam kelimesi, ifşa kelimesi gibi, Modern Türkçede kullanılmayan, unutulmuş bir kelimeydi. Işte kendini belki de en güzel Cenap Şehabettin’in “Eskiyi getir yeni yap, işte sen dahisin.” olarak ifade eden Post-Modernizm, eyyam kelimesini “moda” hâline getirdi. Önce bazı elit Türk hakemlerine yakıştırılan bu ifade, zamanla bütün Türk hakemlerine söylenmeye başlandı. Hatta eyyam kelimesi artık yalakalığın daha organize şekilde yapılmasının karşılığı olarak Türkçede yer buldu.
Bir zamanlar ifşa kelimesinin moda olmasında olduğu gibi kimsenin bu kelimenin neden ve nereden çıktığını sorguladığını düşünmüyorum çünkü Post-Modernizm, kelimeleri bir sembol olarak görüyor. “Çamur at, izi kalsın.” demişler ya, bu sıfatı nereye yapıştırsanız, hangi hakem kararına eyyam lafını yapıştırsanız tutuyor.
Evet, sözün kıymeti azaldı çünkü söz, artık bir sembol gibi görülüyor. Oysa harf, seslerin sembolize edilmesidir. Kelime, bir anlatı ve metnin bütünüyle ilgili olduğu için bir bağlam (context) meselesidir. Her kelime bir anlam ifade etmekle birlikte tam da bahsettiğimiz bu bağlamdan ötürü metin içinde de bir anlam kazanır. Ayrıca okuyucunun, hem kelimenin kendisine hem metnin bağlamına hem de metnin bağlamından hareketle kelimeye kattığı bir anlam vardır.
Buradan hareketle her eşyanın, her durumun, her olayın bir anlamı ve yine buna bağlı olarak bir bağlamı, o bağlam içerisinde de bir anlamı vardır. Bu anlamı orada “fark edebilmek” ancak duru zihinlerin işidir. Bu duru zihne sahip olmak da bu post-modern kültür içerisinde büyük uğraş ve sebatkârlık gerektiren bir iştir.
Eyyam; Arapçada günler, gündüzler, eski günler gibi anlamlara gelmekte olup yevm kelimesinin çoğuludur. Günün şartlarına göre hareket etme gibi anlamları karşılamak için anlam genişlemesine uğrayıp işi yapanları karşılamak amacıyla +cı yapım ekini alarak “eyyamcı” kelimesi ortaya çıkmış.
Hakemlerin bir takdir hakları olduğundan bahsetmiştik. Bu takdir hakkını etkileyecek şey de çevre, daha resmi bir ifadeyle sosyolojidir. Her maç sonrası hakem puanlayan yönetici, teknik direktör, oyuncu grubunun olduğu yerde hakemler de takdir haklarını ister istemez sesi daha fazla çıkandan yana kullanacaktır. Hakemi etki altında bırakma dediğimiz mesele budur.
Otoritenin yozlaşması, sosyal düzene zarar verir. Hiçbir otorite, durduk yere kendiliğinden bozulmaz. Türkiye’de kurumlar, çok uzun süredir yozlaşmış durumda. Futbolla içli dışlı olanlar da el birliğiyle bu yozlaşmayı hızlandırıyor. Federasyonun, MHK’nın, UEFA ve FİFA’nın belirli olaylar üzerinden sürekli karalanması zaten otoriteye itaat konusunda oldukça sıkıntılı bir süreçte olayların daha da kötü gitmesine yol açtı.
Hayır, şunu kesin bir şekilde ayırt edelim: Bir Anarşizm’le ya da Anarşist bir nesille karşı karşıya değiliz. Bu dümdüz bir toplumsal anomi. Anarşizm, otoritenin ideolojileşmesine karşı çıkar, otoritenin kendisine değil.
Diyelim ki TFF’nin hakem yetiştirme konusunda eksikleri var, MHK’nın atamalarda problemi var, olabilir de. Peki 100 yıllarını devirmiş kulüplerin oyuncu yetiştirememesine, sahasına çim ekememesine, patates tarlasından hâllice zeminlere top oynatmalarına ne diyeceğiz? Kendi futbolcusunun, hocasının arkasında duramayan, içi geçmiş futbolcuları yıldız diye getiren yönetici müsveddelerine ne diyeceğiz? Her türlü pis işlerini hakemler üzerinden gören, hakemler üzerinden algı yapıp hakemleri köyün orospusu ilan eden taraftarlara, taraftar gruplarına ne diyeceğiz?
Her başarısız olan başarısızlığını hakemlere, TFF’ye veya MHK’ye bağlayacaksa hatalarımızdan ders çıkarıp Avrupa’da adımızdan nasıl bahsettirebileceğiz?
Türk futbolunda otorite, pasifleştirilmiştir. Bunun ceremesini de bugün hakemler ödemektedir.
Hakem kararlarının bu kadar konuşulmasının bir diğer nedeni de futbolcularımızın koşmaya gerek duymayacak kadar teknik olması ve temaslı oynamasıdır. Bazen öyle garip pozisyonlar vuku buluyor ki bir açıdan bakınca başka, başka bir açıdan bakınca başka. Futbol, sahada yorumlanan bir oyundur. En basitinden topa tekme atmak olan bu oyun, belirli kurallar çerçevesinde sahada bir biçime kavuşuyor. Bu, hakem kararları konusunda da böyle. Özellikle temaslı oyunun fazla olduğu liglerde bu tür tartışmalar sıklıkla olabiliyor.
O hâlde kurallar kime göre ve neye göre? Elbette yazılı kurallar var ama bu metinlerin yorumlanması hakeme bırakılmış durumda.
Galibiyeti daha çok isteyen takım, ilk 15-20 dakika baskılı oynuyor, 50-60 dakikada sahada futbol nâmına hiçbir şey yok, uzatmalar dahil 15-20 dakikada ne olacaksa oluyor. Böyle bir oyunda hakemin üst düzey performans sergilemesi mümkün müdür? Futbolcular performans sergilemiyor ki hakem A klas olsun! Burada verilen birkaç tartışmalı kararı, işine gelmeyen “Hakem, maçın önüne geçti.” olarak yorumluyor. Oysa her futbol maçının önüne bu bozuk kültürün, bozuk insanları geçiyor..
Kötü hakem performansı olamaz mı? Elbette, kötü oyuncu performansı olduğu kadar kötü hakem performansı da vardır. Kötü oyuncu olduğu kadar kötü hakem de vardır. Bu seviyeleri hak etmeyen futbolcu olduğu kadar bu seviyeleri hak etmeyen hakem de vardır. Hakemler de insandır ve hakemler de hata yapar. Belki gününde değildir, belki ailevî sorunları vardır, belki başı ağırıyordur, geçim sıkıntısı çekiyordur…
Futbolcuları iyileştirmek kadar hakemleri de iyileştirmek bizim görevimiz çünkü biz, eğer bizsek birbirimizi iyileştirmek zorundayız. Bu şekilde hareket ettiğimizde birbirimize yarardan çok zararımız dokunuyor ve hiçbir şekilde hiçbir şeyi tedavi edemiyoruz.
Hakemler de oyunun bir parçasıdır ancak futbol konuşmanın salt hakem performansı konuşulmasına indirgenmesi, hastalıklı bir durumdur. Futbol adına hayata, insanlığa, insana dair konuşulacak bir dünya konu dururken hakem performansına odaklanmanın kimseye bir yararı dokunmamıştır, dokunmayacaktır da!..
Hakemlerle ilgili bir problem olduğunda bu problemi, dile getirecek olanlar yöneticilerdir. Öyle görünüyor ki yöneticiler de bu işi sağlıklı bir şekilde yürütemiyor. Demek başka yöntemlerin araştırılması gerek.
Bunun daha da hastalıklı hâli bir pozisyonu, maçın kırılma noktası olarak kabul etmektir. An değil anlar vardır. Kırılma ânında dağılmak, kırılgan takımların işidir. Takımdaki her bir oyuncu, zor durumlarda birbirlerinden güç alırlar. Gerçek liderler, herkes umutsuzluğa kapılsa dahi çevresindekileri bir umudun olduğuna ikna edebilendir. Dolayısıyla kırılmaya müsait oyuncu grubunun, “takım oluşunda” bir problem söz konusudur. Bir kötü hakem performansıyla ligden kopacak, şampiyonluğu kaybedecek, küme düşecek takım varsa düşebilir. 90+5’e kadar pozisyona dahi giremeyen bir takımın penaltısı verilse ne yazar verilmese ne! Hakemin gözünden kaçmış olabilir, o açıdan ona öyle gelmiş olabilir. Her şeyde art niyet aramak, art niyetli insanların işidir.
Bir futbol “takımı”nın kırılma ânı olmaz. Bir müsabakada iki takımı da ilgilendiren kritik pozisyonlar olur. Critique kelimesi, eleştirel anlamına gelmekte olup iki takım açısından da konuşulması, düşünülmesi, yorumlanması gereken bir durum olduğunu haber verir. Bir takım, diğer bir takımın kalesine boş kaleye gol atmışsa diğer takım da kendi boş kalesine gol attırmıştır. Futbolu yorumlayanların, küçük(?) takımları görmezden geldiği bir futbol ortamında da futbolun gelişmesi beklenemez.
Döndük dolaştık yine şu eyyam kelimesine geldik. Hakem; kimseyi kırmamak, birilerini sinirlendirmemek ve üzmemek için maçı idare etmeye çalışıyor. Başkan, taraftardan destek almak için hakemlere veryansın ediyor. Hiçbir şey yapamayan kurum ve kuruluşları suçluyor. Yorumcular hakemi suçlayıp kitlenin beklentileri üzerine yorum yapıyor. Mesela yayıncılar daha fazla rating alabilmek için futbolu, büyük takımlar üzerinden yorumluyor. Komşu, komşuyu sevmediği hâlde seviyormuş gibi yapıyor. Herhangi bir olayda, bir çocuğuna haksızlık yaptığını anlayan anne-baba, bu hatayı daha sonra diğer çocuğuna haksızlık yaparak telafi etmeye çalışıyor.
Bu, adına eyyam dediğimiz hep birilerini memnun etmek üzerine kurulu düzen, bizlere hiç ama hiç yabancı değil.
Dünya, sürekli değişiyor. Buna bağlı olarak insanlar da sürekli değişiyor. Bu değişimin kontrol altına alınması neden mümkün olmasın?
Hayat, bir anlatıdır ve bu kültür, bizden bir anlatıyı sorgusuz sualsiz kabul etmemizi kabul etmemizi istiyor. Bizler de bu zehirli ortamda aslında anlatının bizi bu sıkıntılı duruma düşürdüğünü fark edemiyoruz.
Dolayısıyla bütün mesele, sürüden ayrılıp farklı düşünebilmekte. Mevcut anlatının sınırlarını zorladığımızda aslında gerçek diye bir şeyin var olduğunu anlıyor ve başka hakikatlere de saygı duymaya başlıyoruz.
Kültür; kendini göstermeyi, burdayım demeyi, hükmetmeyi olumsuzlayıp yerine silik olmayı, fedakârlığı ve idare-i maslahatı olumluyor. Hakem ve karar anlamına gelen hükm Arapça aynı kökten gelen iki kelimedir. Hakem; hükmedendir, idare eden değil!
Bu, hakemler özelinde bütün liderler için geçerlidir. Maalesef gelen yeni liderler, eskileri kadar dirayetli değil çünkü kitle psikolojisi denilen olgu keşfedildi ve yöneticiler sıkıştıklarında popülist politikalarla kitlenin gazını alabiliyor.
Elbette bu tür hastalıklardan kaçınmanın yolu da var: Yöneticiler, halkın ağzına bakacak kadar işbilmezse o hâlde kitle dediğimiz taban talep edecek. Daha iyisini, daha kalitelisini, daha olumlusunu isteyecek.
Dünyanın neresinde olursa olsun, hakemlerin ve federasyonların konuşulduğu bir spor dünyasının başarılı olma şansı yoktur. İddia ediyorum: Bu ülke, hakem konuşmayı bırakmaya başladığı anda başarılı olacak.
Çünkü hep aynı anlatıya maruz kalıyoruz: “Hakkımızı yediler.” Yedi düvel bize düşman, bir tek biz doğruyuz. Tarihe bakış açımız da bu gerçekçi olamayan görüşe dayanıyor. Politik arena böyle bir yer değil. Dolayısıyla hayatı anlamamızda ve anlamlandırmamızda bir problem söz konusu. Eurovision’da, DAVOS’ta, güreşte, Survivor’da, sepet topunda bizim hakkımız hep birileri tarafından yenilmiş oluyor. Türkler, kılıç zoruyla Müslüman oldu hikâyesi bu yüzden doğru geliyor bizlere. Çünkü gerçeklik algımız, bu hastalıklı kültür tarafından târumâr edilmiş durumda.
Talep, talep, talep.. Cahille de münakaşaya girilecek, birilerinin seviyesine de inilecek. Anlatılacak! Bolca beyin fırtınası yapılıp tartışmadan kaçınılacak. Bilenler, bilmeyenlere anlatacak. Doğru olan, yanlış olanın yanlışında ısrar etmesinden daha fazla doğrusunda ısrar edecek ki değişim, olumlu yönde olsun.
Yoksa bu dünya niye kötüye gidiyor diye hayıflanması kolay. Bu ülkede futbol maalesef böyle diyerek kaçak dövüşmesi kolay. Sıradan insanlar, dünyayı anlamaktan kaçanlardır. Filozoflar, sosyologlar bir toplumu ortaya koymaya çalıştılar. Peki kimler bir toplumu değiştirmeye çalışmaya cüret etti?
Dolayısıyla bütün bir sorunu hakemler üzerinden okumak bize hiçbir fayda sağlamaz. Tribünlerle ters düşmeyeyim diye gördüklerini söyleyemeyen spor yorumcusu, eski takımına karşı gol atınca sevinmeyen futbolcu, yenilince taraftardan özür dileyen teknik adam, başarısız olunca ortamı germeye çalışan yöneticidir asıl eyyamcı olan.
Yoksa sosyal medyadan bile paylaşım yapmasına kısıtlama getirilmiş hakemlerin bu sosyolojinin oluşmasında etkisi ne başkanlar ne statükocu spor yorumcuları ne de taraftarlar kadardır. Zaten açıklama yapma imkânları olsa onların da yakınacakları pek çok şey vardır.
Müsabaka öncesinde hakemi konuşmak, bir hakeme yapılabilecek en büyük baskıdır. Açık bir şekilde tehdit etmektir. Hakemler de sorunsuz bir ülkede yaşamış olsaydılar, hayatları ve canları garanti altına alınmış olsaydı, bu modern vahşi dünyanın ortasında mücadele etmek zorunda kalmasaydılar elbette Avrupa’daki meslektaşları gibi maç yönetebilirdiler. Marketçi nasıl stok yapıyorsa öğrenci burs alabilmek, meslek sahibi olabilmek için torpile başvuruyorsa hakemler de o yüzden adına eyyam denen bu eylemi yapmak zorunda kalıyorlar.
Bugün geldiğimiz durumda kimimiz siyasi tercihlerimiz kimimiz siyasilere karşı tavrımız kimimizse siyasetten uzak kaldığımız, sosyal meseleleri görmezden geldiğimiz için suçluyuz. Hakem kararları sebep değil sonuçtur!