Memleketi, sporu getirdikleri hâlden utanmayıp “Ne şikesi, memleket elden gidiyor.” diyecek kadar gözleri dönmüş durumdalar. Oysa memleketin her bir ferdinin bu kara lekenin temizlenmesi için sorumluluk alması gerekirdi. Hiç kimse üzerine düşen sorumluluğu yerine getirememiştir. 

Oysa insan, “Ben mi sebep oldum.” dediği her yanlışı düzeltmeye çalışmadıkça aslında yanlışı daha çok büyütmektedir. Alınan her yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış şekilde sorumluluk, işleri içinden çıkılmaz bir boyuta taşır.

Kimimiz fazla duygusal, kimimizse fazla rasyonel davranarak bu sürece zarar verdik. Kimimiz kendi kulubümüzün haklılığını ortaya koymak, kimimizse dışarıdan bir seyirci olduğumuzu düşünerek günlük siyasî hesaplarımızı şike davası üzerinden görmeye çalıştık. 

Hiç kimse şikenin neden etik dışı olduğunu anlatmaya çalışmadı. En başta Fenerbahçeli futbolcular, kendilerini bu kaotik ortama iten yöneticilerden hesap sormak yerine statükoyu onaylamayı tercih ettiler. O Trabzonspor kadrosunun birçok oyuncusu, takımdan ayrıldı. Onlar bu haksızlık karşısında mücadele edecek tabiatta oyuncular değildi. Sonuçta bu duruma onlar sebep olmamıştı ve mücadele etmeyi istememek de onların en doğal hakkıydı. Susmak veya uzaktan seyretmek daha kolaylarına geldi. 

Kalıp mücadele etmeyi seçenler, bir türlü saha içine odaklanamadı. Trabzonspor, haklılığını korumak için sahanın içinde kalmalıydı. Sonuçta er meydanı orasıydı. Olmadı, Trabzonspor’un hakkı korunamadı. Trabzonspor, kendini bir türlü anlatamadı. Bu da olmayınca Trabzonspor, agresifleşmeye başladı. Trabzonspor, bu süreçte marka değerini kaybetti. Şike, devletten yana olma ya da olmama meselesine indirgendi. Bir şehrin insanları ötekileştirilmeye, “çupamuzu verun” saçmalığına hapsedilmeye çalışıldı. Nefret, ülkenin bütün organlarına bir kanser gibi yayılmıştı.

Oysa 3 Temmuz 2011’de bu millet kendiyle ve geçmişiyle yüzleşebilseydi, memleketin bütün fertleri bu olayın üzerine soğukkanlılıkla gidebilseydi, kutuplaşmaya değil birleşmeye gayret etseydi bugün, şike davasının yaralarını çoktan sarmış olacaktık.

Yanlış yapmaktan da yanlışın ortaya çıkmasından da çok korktuk. Oysa adaletin tecellî edip etmemesini umursamadık. Önemli olanın yanlış yapmak değil o yanlıştan dönebilmek olduğunuysa hiç anlamadık. Bu yüzden birilerini sürekli memnun etmeye çalıştık. Bunun kendimize özgü bir şey olduğunu sandık. Oysa yaptığımız sadece her şeyi işimize geldiği şekilde anlamaktı, o kadar.

3 Temmuz, ayrışmaya teşne bir milletin iç savaş sebebidir. Türkiye, resmen ve fiilen 3 Temmuz’dan beri iç savaştadır. 3 Temmuz, bir ruh değil Türk milletinin bütün zaafiyetlerinin ortaya çıkmasıdır. 3 Temmuz, bu milletin kanayan yarasıdır. 3 Temmuz, haklarını aramayı bilmeyenlerle haksızlığı hak saymışların bitmez mücadelesinin adıdır. 

3 Temmuz, alacaklının alacağını tahsil etme günüdür. 3 Temmuz; her anlamda yanlış, temel dinamikleri derinden sarsılmış bir toplumun daha çok batmasıdır. 3 Temmuz, hiçbir şeyin miladı değildir. 3 Temmuz da tarih sahnesinde bir şeylerin sonucu ve sebebidir.

3 Temmuz; bir şeylerin tıkanma noktasına geldiği, hiçbir şeyin çözüme ulaşılamayacağının anlaşıldığı, bu memlekette her şeyin daha da kötüye gideceğinin anlaşıldığı gündür. 3 Temmuz, Türkiye ile ilgili bütün güzel umutların ve beklentilerin kötüye ve çirkine döndüğü bir dönemin başlangıcıdır.

3 Temmuz, bütün bir illüzyonun ortaya çıktığı ve bu illüzyonun daha büyük illüzyonlarla yutturulmak istendiği tarihtir.

3 Temmuz; memleketin sportif anlamda alt yapı, toplumsal, millî, örfî, zihinsel bütün yetersizliklerinin ortaya çıkmasıdır. 

3 Temmuz; galibiyetten ve şampiyonluktan başka bir sonuca tahammülü olmayan, rakibine saygı duymayan, rakibinin güçsüzlüğünü kendi gücü kabul eden bir zihniyetin ürünüdür!

Bütün bu maddelere birçok madde daha ekleyebilirim ama ne hâcet! Spor, toplumsal bir olaydır. Futbol, hayatîliği en fazla olan spor dalıdır. Çünkü en çok o, topluma mâl olabilmiştir. Türkiye’de futbolun hayatî bir olgu olması birilerinin hayatının kurtulması olarak anlaşılmakta, toplumun içinde bulunduğu kaotik ortam da spor adına etik dışı her davranışı meşru kılmaktadır. Fakirleşmiş, korkmuş ve apolitikleşmiş bu halkın futbol dışında konuşacak hiçbir şeyi kalmamıştır. Oysa futbol, oldukça politik bir alandır. Politik olması, topluma mâl olmasından ve hayatîliğinden gelir. 

Sporun toplumsal bir olgu olmasının anlaşılmamasından sebep bütün bir şike davası, birkaç futbolcu üzerinden görülmeye çalışıldı. Sonuçta kimsenin ceza almasına bir şey demeyeceği, camiası olmayan birkaç futbolcu suçlu bulunmasıyla yetinildi. 

O tren artık kaçmıştır. Bundan sonra 3 Temmuz’la ilgili ne söylenirse söylensin, hangi karar alınırsa alınsın ne kimsenin yüreği soğumuş olacak ne de adalet yerini bulacaktır. 3 Temmuz, yıllar ve yıllar boyunca Türk futbolunun kucağında pimi çekilmiş bir bomba olarak duracaktır. Bütün huzursuzlukların kaynağı o olacak ama hiçbir zaman konuşul(a)mayacaktır. 

Türk toplumu gerçeklikten o kadar uzaklaşmıştır ki gerçek ile sahteyi ayırt edemeyecek durumdadır. Bu bağlamda dinlemelerin usülsüz olması, suçun olmadığı anlamına gelmemektedir. 

Türk toplumu, 3 Temmuz’u çözmeden rahata eremeyecektir. Mevcut atmosfer, bu sorunu çözemeyecektir. Sorunun çözümü için atmosferin değişmesi şarttır. Atmosferi değiştirecek olan da insanın kendisidir. Kulüpler, bu noktadan sonra 3 Temmuz ile ilgili iddialarından vazgeçemezler. Ancak bu mücadelenin hukuksal bir boyutta, gerçek argümanlara dayanması oldukça önemlidir. 

Aksi bir durum, yangına körükle gitmektir. Türk toplumunun akılcı çözümlere ihtiyacı vardır. 3 Temmuz, Türk toplumunun aynasıdır. Orada Türk toplumunun bütün çirkinlikleri en berrak hâliyle görülür.