Eyyamın bu ülkenin kültürü hâline geldiğini “Hakemin Bir Maçı Katletmesi ve Eyyam Kültürü Üzerine” adlı yazımda açıklamıştım. Dolayısıyla eğer hâlâ okumamışsanız hakemler üzerine düşüncelerimi daha iyi anlayabilmeniz için bağlantıdaki yazımı okumanızı tavsiye ederim. 

Hakemin isminin Fırat, Cüneyt veya Abdülkadir olmasının hiçbir önemi yok. Çünkü Fırat Aydınuş, Cüneyt Çakır, Abdülkadir Bitigen eyyam yapmazsa o eyyamı yapacak birileri elbette bulunur. Kültür ancak birilerini idare eden, sürekli taviz veren insanların bir yere gelmesine izin veriyor. Ülkemizde liyakat ve güven nâmına hiçbir şey olmadığı için gerek eğitimde gerek sporda gerek iş dünyasında insanlar mesleklerini yapabilmek için uyumlu geçinmeye, birilerinin adamı olmaya kendini mecbur hissediyorlar. 

Ülkemiz futbolunda yalnızca hakem sorunu yoktur. Teknik direktör sorunu, futbol yazarı sorunu, sporcu sorunu, spor programı sunucusu sorunu vardır. Bugün hakem performansı konuşan spor yazarlarının çoğu, bırakın futboldan anlamayı Türkçe bilmekten âciz durumda. Bütün spor medyası, spor yöneticileri vasatı temsil ederken tüm bu ülke sporunun en iyi eğitilmiş, en kalifiye işçileri hakemler. Hakkında en çok eyyamcı denen o iki hakem de Türk futbolunun marka değerleri.

Daha önce bazı yöneticilerin eski hakemlerle devam edilmemesine yönelik talepleri olmuştu. Yakın zamana kadar da TFF yöneticileri adı geçen hakemlere düdük astırmanın mümkün olmadığını söylemişti.

Şimdi yaşı geçkin hakemlerin tasfiye edildiğine şahit oluyoruz. Daha bu sezonun başında Fırat Aydınus, hakemlik yapmaya devam edebilsin diye MHK, hakemlikte üst yaş sınırını 47’den 50’ye çıkarmıştı.

Tabii ortada çeşitli söylentiler var. Özellikle Beşiktaş başkanının adı geçen hakemlerden çok defa dert yandığına şahit olmuştuk. Kulüpler Birliği’nin aldığı hakem konuşmama kararına da ortak olmamış, her hafta hakemler hakkında açıklama yapmaya devam etmişti. 

Mesela Tahir Kıran da Rizespor’un bu sene küme düşmemeye oynamasının nedeninin, geç yapılan transferler ve sezona Bülent Uygun’la başlamanın değil hakemlerin sebep olduğunu söylüyor.

Beyefendi kişiliğiyle tanıdığımız Mehmet Sepil, Galatasaray maçındaki kötü hakem performansını kendilerini düşürmek ve Galatasaray’ı kollamak yönündeki bir operasyon olduğunu savundu. Ardından bir hafta sonra zaman verdikleri için takdir ettiğimiz ve ligimizde pozitif futbol oynatan birkaç hocadan biri olan Nestor El Maestro’nun görevine son verdi. 

Bu konuda doğru olan, çok net: Hakem hakkında konuşmak, hakemi etki altına almaya çalışmak ve kitleleri galeyana getirmektir. Bu yöndeki açıklamalar, kamuya ve spora karşı işlenmiş suç olduklarından ağır cezalara çarptırılması gerekir. 

Hakemlerin tasfiyesi kararırının yayın ihalesinde istendik teklifin gelmemesiyle aceleyle alınmış olduğunu düşünüyorum. Kısa vadede günah keçisi olan hakemleri saf dışı etmek, piyasayı, yani taraftarları ve patronları elbette memnun edecektir. 

Piyasa, güvenle çalışır. Bundan 10 yıl önce Türkiye, bir istikrar gösterdiği için güvenilir bir ülke profili çiziyordu. Bu da dövize olan talebin azalmasına, azalan döviz talebi de Türk lirasının döviz karşısında değer kazanmasına sebep oluyordu. Oysa Türkiye’de transfere 30 milyon€ harcamış bir takım, o sezon küme düşmemeye oynayabiliyor. Birkaç sezon önce Avrupa’ya giden bir takım küme düşebiliyor. Dahası bir önceki sene şampiyon olan takım, ertesi sene vasat bir performans sergileyebiliyor. Her şey o kadar belirsiz ki bu belirsizliğin oluşturduğu güvensizlik piyasayı dibe çökertiyor. Tıpkı bir sabah uyandığınızda “Eyy Amerika” nidasıyla karşılaşabileceğiniz gibi futbolda da çeşitli sürprizlerle karşılaşmanız mümkün. Hamit Altıntop’un dediği gibi üst yapı, alt yapıyı etkiler. Üst yapı Türk siyaseti hangi konumda, hangi kararlılıkta, hangi becerideyse alt yapı futbol yöneticileri de aynı konumda, aynı kararlılıkta, aynı beceridedir. Her gün Türk siyasetinde nasıl algılara maruz kalıyorsak Türk futbolunda da aynı algılara maruz kalıyoruz. 

İster profesyonel, ister amatör olsun, bugün Türkiye’nin herhangi bir kurumunda gördüklerimiz aslında TBMM’nin simüle edilmesinden ibaret. Dolayısıyla ülkenin belki de en son sorunu hakemler. Dolayısıyla bugün hakemlerin tasfiyesi üzerinden mesaj vermek, futbol piyasasına verilen sahte bir güven, dövize müdahale etmekle eş değer bir hamledir. Çünkü Türkiye, yokuş aşağı inen freni boşalmış bir kamyon gibi. 

Türk futbolunun pazarlanmasına yönelik yapılan en büyük hamle, Türkiye’nin 5 büyük ligle karşılaştırılmasıydı. Bundan 10 yıl önce Belçika, Portekiz, Hollanda gibi ligleri izlemek zor olduğundan kamuoyu da bu düşünceye ikna olmuştu. Bu propagandanın, yalnızca Türkiye’de değil başka Asya ülkelerinde tuttuğuna ben bizzat tanıdığım Asyalılar sayesinde şahidim. Ancak aslolan, Türk siyasetinde olan huzur ortamı ve 80 milyonluk bir ülkenin gelecek adına gösterdiği potansiyeldi. Yatırım, siyasette betona; futbolda da beton gibi topçulara yapılınca bu güven yerini güvensizliğe bırakmış oldu. 

Elbette bu uygulama, birilerinin yüreğine su serpecek, birilerini bir şeylerin düzelmesi adına umut ettirecek, hatta tam da yayın ihalesi döneminde kısa süreli bir güven ortamının oluşmasına sebep olacaktır. Ancak VAR teknolojisinin gelmesi ve MHK’lerin ikide bir değişmesi gibi eski hakemlerin tasfiyesinin Türk futbolunda hiçbir şeyi değiştirmeyeceği anlaşıldığında bu sahte güven ortamı bu sefer çok daha kuvvetli argümanlarla yerini güvensizliğe bırakacaktır.

Bununla birlikte amigo yorumcuların da tribünden kop(a)mamış başkanların da “görevten affını” -şimdi moda bu ya- istemesi gerekir. Türkiye’nin yönetimi de yönetim biçimi de zaman zaman yenilenmeye çalışılsa da artık eskidi ve çağ dışı kaldı. Türkiye’nin bugün, otorite eksiği olan veya otoritesini yanlış kullanan hakem değil inisiyatif alamayan yönetici sorunu vardır.

Bu bağlamda gerek politik gerekse sosyolojik anlamda konuşacağımız bir çok şey var: Kimsenin kalbi kırılmasın diye imara açılan tarım arazileri, yandaşın ihale alması, akrabanın korunup kollanması altında verilen ATM memurlukları.. Futbola yansıyanlar bunların sadece bir bölümü. 

AKP, zaten TÜSİAD’ın, sermayenin partisiydi. Elbette iktidarı döneminde her zaman sermayedarlara taviz verecek, bu tavizler de üreticinin belini bükecekti. Bugün yaşadığımız bütün sorunlar, sağ popülizmin, sermayedarları daha çok koruması sebebiyle. Bu siyasî iklimin, üretmeye ve yetiştirmeye dair herhangi bir düşüncesi zaten yok. 

Paramız var ki ithal ediyoruz, futbola, paramız var ki transfer ediyoruz olarak yansımıştı. Maalesef tüketim toplumu olmayı başaramadık, şimdi üretmeye de yabancılaştık. Satın alabildiğimiz için üretmeye hiçbir zaman gerek duymadık. 

Oysa ne kadar satın alacak gücümüz olursa olsun tıpkı Almanya gibi ve en iyi örneği Bayern Münich’te gördüğümüz gibi üretmemiz, ekonomiye üreterek katılmamız şart. Tarihi boyunca hiçbir zaman gelir sıkıntısı olmamış kralın takımı Real Madrid bile geçen sezon altyapısından yaptığı futbolcu satışlarıyla 100 milyon€ kazandı. 

Cem Dizdar’ın da dediği gibi: “Senin ülkende çim yetişmiyor, hakem nasıl yetişsin?” 

Futbolun, hâlâ insanlar tarafından oynanan bir oyun olduğunu, futbolu anlamanın yolunun da insanı anlamaktan geçtiğini düşünürsek tüm bu sorunların insanın en ilkel dürtülerinden biri olan empatiyle düzeleceğini anlamış oluruz. Eduardo Galeano’nun, Gölgede ve Güneşte Futbol adlı kitabı futbolla ilgili konuşacak herkesin okumasının elzem olduğu bir eser.

Kitabın hakem başlıklı bölümünde şöyle diyor Galeano: “… Sahaya girerken, yani kükreyen topluluğun arasına daldığı anda da haklı olarak salavat getirir. İşi, kendinden nefret ettirmektir. Futboldaki tek ortak nokta, herkesin ondan nefret etmesidir. Onu hiçbir zaman alkışlamazlar, o hep ıslıklanır. Sahada en çok koşan odur. Tüm oyun boyunca koşmak zorundadır. Maç boyunca, yirmi iki oyuncunun arasında dörtnala giden bir at gibi koşuşturur. Bu denli büyük bir özverinin karşılığında gördüğü ödül ise seyircilerin uluyarak kellesini istemesidir… Bazen, çok ender de olsa, hakemin kararlarının taraftarlarınkiyle aynı doğrultuda olduğu görülür, ama bu bile onun masum olduğunu kanıtlamaya yetmez. Yenilenler onun yüzünden yenilirler, yenenler ise ona karşın yenmişlerdir. Tüm yanlışların bahanesi, tüm felaketlerin nedeni odur. O olmasaydı taraftarlar onu icat etmek zorunda kalırlardı. Ondan ne kadar nefret ederlerse etsinler bir o kadar da ihtiyaç duyarlar ona.”

Eduardo Galeano, hakemle ilgili sözlerini: “Yüzyılı aşkın bir zaman hakemler karalara büründüler. Tuttukları hiç süphesiz kendi yaslarıydı. Şimdilerdeyse renkli giysilerin arkasına saklanıyorlar.” diyerek bitiyor. Yüz yıl süre sonunda Avrupa’da hakemler, oyunun dışına itilmiş gibi görünse de Türkiye’de kara imajından hiç sıyrılamadı.

Bundan sonra olacakları, hakemleri yanlış karar vermeye zorlayan İstanbul medyası düşünsün. Hakemlerin de sporcuların da kötü performans sergilemeye hakkı vardır. Sebep olanların günahı vebali boynunadır. 

Joseph Pulitzer’in de dediği gibi: “Bir ülke basınıyla ya yükselir ya da batar.” 

Batıyoruz, batacağız değil BATTIK!