Sözlerin içinin boşaltığı, sloganlaştırıldığı bir devirde sözler ve düşünürleri üzerine doğru düşünmenin yollarını bulmak neredeyse imkânsız.
Pek çok düşünme yolları arasında ya kayboluyoruz ya da bu türlü düşünce yollarını toptan inkâra kalkıyoruz. Yoksa uzakların bu kadar yakın olduğu bir dönemde farklı düşünce yollarından haberdar olmamak da mümkün değildir.
Kimimiz her bir düşüncenin doğru olabileceğini söyleyip işin içinden çıkmaya çalışıyor. Her kafadan bir sesin çıktığı günümüz dünyasında her kafanın her sesine tercüme olmaya çalışıyor ama bunu yaparken, en önemli şeyi, yani kendisini es geçiyor. İşte bu, post-modern düşünme şeklidir: Her bir düşüncenin doğru olabileceğini kabul etmek.
Bunun bir üst seviyesi çok filozofi gibi görünse de aslında altı, oldukça oyulmuş bir şey. Bir üst aşamada yukarıdaki düşünce “Doğru nedir, yanlış gerçekten var mıdır?” gibi sorulara evrilerek gerçek ile sahte arasındaki dengenin kaybolmasına, dolayısıyla bireyin gerçekle sahteyi ayırt edemeyerek seçim yapma, karar verme gibi mekanizmalarını kaybedip aslında ‘yok olmasına’ neden olmaktadır.
Kişi, bu aşamada hayat ve hayatın değerleriyle en aşağılık yönüyle bir kavga içersine girer. Burada birey neyin doğru neyin yanlış veya her şeyin doğru olabileceği yönündeki arayış düşüncelerinden vazgeçmiştir. Kendi değer yargılarını, kendi gerçeklik algısını kaybetmiş bir insanınsa ‘sağlıklı’ bir şekilde yaşama şansı yoktur.
Teknolojinin gelişmesi, herkese her konuda fikrini ifade etme ve altyapısı her ne olursa olsun gerekli çabayı gösterdiği takdirde her cemiyete girebilme şansı verdi. Kendini ifade etmeyi ayıp karşılayan bir toplum, acilen kendini ifade etmeye mecbur kaldı. Modern topluma adapte olmakta zorluk çeken bireyler, melankolik bir tavır içerisine girdi. Daha önce belirli bir yaşına kadar anlaşılma ihtiyacı hissetmeyen insanlarda anlaşılma ve kendini farklı yollarla ifade etme zorunluluğu ortaya çıktı.
Bu melankolik hâl de nihayetinde romantik düşüncenin yaygınlaşmasına sebep oldu çünkü toplumun büyük bir kısmı, alt kültürden yeni bir kültüre geçiş yapıyor ve bu geçişte üst kültürün, alt kültürün şartlarıyla aynı olmasını tahayyül ediyor. Burada bir uyum sorunu söz konusu değil. Burada aslında çok basit bir hayal- hakikat çatışması gözleniyor. Kendi toplumunda arab-esk -kelime anlamı olarak Arap tarzı demektir- yaşayan halk, üst kültüre geçiş yaptığında hastalıklı ve ölçüsüz bir melankoli içerisine giriyor.
Tabiî bu saplantılı romantik bakış, bir bilgi toplumunda en son isteyeceğimiz şey. Bilginin üzerini, hakikatin üzerini kapatan bir durum.
Rivayete göre Fransız Ihtilâli’nden sonra yapılan toplantıda din adamları sağ, devrimciler de sol tarafa oturmuşlar. Sağ ve sol ayrımı da bu şekilde oturmaya başlamış. Sağ her zaman muhafazakâr, romantik düşüncelere sahipken sol, devrimci ve rasyonel düşüncelere sahip olur diye bir anlatı oluşmuş.
Oysa ne sağın her zaman muhafazakâr ve romantik olma ne de solun her zaman devrimci ve rasyonel olma imkânı var. Hayatın dinamikleri buna engel oluyor.
“Dik dur ve gülümse. Bırak, neden mutlu olduğunu merak etsinler. Gülmek, devrimci bir eylemdir.” diyor Che Guevara.
Tabi elimizde bu sözün Che’ye âit olduğunu belgeleyen herhangi bir delil yok. Che gibi büyük kimselerin olduğu söylenen sözlere her zaman dikkatli yaklaşmak gerekir. Ayrıca sözün bir bağlamı vardır. Bu söz niye ve neden söylenmiştir, bu sözü söylemenin bir amacı var mıdır? Ayrıca çevrilerden kaynaklanan problemleri de göz önüne almak gerekir.
Türk solunun romantize ettiği bu sözü bizler değerlendirirken Che, bu sözü aynen böyle söylemiş gibi kabul edeğiz.
Bir kere devrimci olmak, Marksist- Leninist veya Stalinist olmakla sınırlandırılacak bir şey değildir. İnsanların yaşantıları başka başka olduğundan yönelecekleri siyasi görüşün de başka başka olması son derece doğaldır. Her insanı tamamlayan, onunla güzel duran bir siyasi görüş vardır. Bunu keşfetmek, bireyin kişisel gelişiminin bir parçasıdır.
Ancak işi, içinden çıkılmaz bir noktaya götüren şey ideolojik kutuplaşmadır. Bir devrimci pekâlâ Müslüman da olabilir Atatürk sevdalısı da. Bir kitlenin aklı, farklı şeylerin ortaya çıkmasına engel olmaktadır. Oysa hepimizin kavga etmeye yaklaşımı da kavga etme şekli de kavgası da başka. O hâlde ideoloji, biriciktir, bireye özgüdür.
Bazı insanların otoritenin kendisi ile problemi vardır. Bazıları otoritenin kötü kullanılmasından, bazıları ise otoritenin ve otoriterliğin ideolojileştirilmesinden şikâyet eder. Örneğin Anarşizm, otoriteye karşı değil. Proudhon ve Baqunin gibi birçok Anarşist düşünür, otoritenin bir ideoloji hâline dönüşmesine karşı kavga vermişlerdir.
Hakkın olduğu yerde haksızlık, haksızlığın olduğu yerde de mutlaka haksızlığa karşı gelecek birileri vardır.
Devrimci biri, olan bir sorunu çözmeye çalışırken anlık görüntülerle ilgilenmez. Anlık bir görüntüyle ilgilenmek, pragmatist davranmak daha çok burjuvanın, bir bakıma muhafazakâr veya tutucu tarafın işidir. Devrimci, soruna komple ve toptan çözüm bulmalıdır. Anlık değil geleceğe yönelik olmalıdır. Şeylerin dış tarafından çok iç tarafını görmeye çalışmalıdır.
Che’nin sözünün bu yüzden devrimci ilkelere ters düştüğünü düşünüyorum. Gülmek, yalnızca bir anlıktır. Gülersin ve biter. Yalnızca zihnimizde olumlu olarak kodladığımız bir görüntüden ibarettir.
Pekâlâ insan, mutsuz olduğu hâlde gülebilir. İçi kan ağlarken gülebilir. Sırf gülmek için gülebilir. Hatta fizyolojik olarak gülmek ve ağlamak arasında bir fark yoktur. Gülmek de ağlamak da bir sinir bozukluğudur.
O hâlde devrim, yıllardır ağlamaya mahkûm edilen halka gülmesini öğretmek midir? Devrimci olmak, bir kez gülmekten mi ibarettir yoksa hiçbir insanın mutsuz olmadığı bir dünya düşlemek midir? Gerçekten ‘ütopya’ kelimesini dolduran şey nedir?
Devrimci, kendinden başkaları için de en iyisini düşünen kimseye denir. O hâlde düşüncesi ne olursa olsun bir şeyleri iyi yönde değiştirmeye çalışan, şeyler üzerine düşünüp en iyisini bulan ve iyiye ulaşmak için değil iyi yolda ilerleyen kişilerdir devrimciler.
İnsanlara mutsuzluk ve umutsuzluk aşılayan rejimlere, devletlere, hükûmetlere, kültürlere, sanat eserlerine, aforizmalara ve filozoflara inat mutlu olabilmek gerçek bir zaferdir. Içindeki mutluluğu tüm dünyaya yaymaya çalışanlar her devrin gerçek devrimcileridir.
İşte tam da bu yüzden “Mutlu olmak, devrimci bir eylemdir.”