Elbette geleneksel sağ, geleneksel yaşayan bir toplumun gelenekçi bireyleri için, içine doğulan bir kültürü ifade etmektedir. Ancak bu düşünce, büyük şehirleri ve büyük fikirleri biraz deneyimlemiş muhafazakâr ailelerin çocukları için yeterince cezbedici değildir. Zaten bu durum, hayatında önünün muhafazakâr toplum yapısı sebebiyle kesildiğini düşünen gençler için bir çatışma meselesidir. 

Muhafazakâr bir dünyanın içine doğan bu aileler için çocuklarının “isyankâr” tavrı, bir bozulma olarak görülse de mesele basit bir kuşak çatışmasından çok ötedir. Gerçek şu ki bu gençlerin içine doğdukları dünya ile ebebeynlerinin içine doğdukları dünya arasında dağlar kadar fark vardır. Buna bağlı olarak bu genç neslin dine bakışı ebebeynlerinin bakışı gibi değildir. Daha net söylersek bu genç nesil, ebebeynlerinin inandığı gibi bir dine inanmamaktadır. Onların dini değerleri popüler ifadeyle çok daha pagan, liberal ve bireyci bir anlayışa sahiptir.

Dolayısıyla bu gençler için sol ile sağ, dindarlık ile dinsizlik ciddi bir çatışmadır. Kültürel altyapıları ve yeterince cesareti olmadıklarından tam anlamıyla sol elit asla olamazlar. Çünkü bu gençler de bir noktadan sonra her birey gibi içinde yetiştiği toplumca düşünmeye mahkûmdur. Bir kasabalının, elit solcu kültüre uyum sağlama çabası da birtakım gülünçlüklere sebep olur. Diğer taraftan o, artık içerisinden geldiği kasabalılar gibi düşünmemektedir. Bu yüzden kendi yakın çevresiyle sürekli bir çatışma hâlindedir. Kasabada, entel; şehirde bir kasabalıdır o. 

Elbette kasabalı olmak da şehirli olmak da sağcı veya solcu olmak da suç değildir veya birinin bir diğerine üstünlüğü yoktur. Buradaki temel problem, dünyanın ve özellikle Türkiye’nin emek ve iş gücüyle olan ilişkisidir. Bütün dünyada hizmet sektörünün hızla gelişmesiyle sanayi, eski önemini kaybederken tarımın da modernleşmesiyle tarımda istihdam sayısı azaldı. Bunu takiben milenyum çağının başında robotların hayatımıza girmesi, sanayide çalışacak işçi sayısını da azaltmış oldu. Böylelikle dünya, emeğe dayalı işçi sınıfından kurtulurken hizmete dayalı işçi sınıfına merhaba diyordu. 

Tarımda ve sanayide modernleşmeyi sağlayabilen ülkeler için bu durum bir sorun teşkil etmiyordu ancak özellikle bizim gibi üçüncü dünya ülkeleri için bu değişim zaten yatırım almayan taşranın iyice kuraklaşmasına, bu da taşrayla merkez arasındaki farkın açılmasına sebep oldu. İş ve emekle ilgili problem, bir kasabalı ve şehirli problemine döndü. 

Dolayısıyla gençlerin bir kısmı çareyi, kendilerini baskılayan topluma ve değerlerine itaat etmekte buldu. Bu, onlar için rasyonel bir durumdu. Bu grup gençler, sağın nefret kültürüne ama isteyerek ama istemeyerek kendini bırakmakta bir beis görmedi. 

İşte bütün bir alternatif sağ meselesi de otoriteye itaat etmeyi kendine bir türlü yakıştıramamış ama elit kültüre de uyum sağlayamamış kesimde kopuyor. Alternatif sağ, bu gençlere değişen dünyayı anlamakta bir çözüm yolu sunarken sola da sağa da mesafeli ama daha çok sağın söylemlerine yakın olmasıyla “sempatik” geliyor. 

Türkiye’de Kemalizm ile Marksist sol arasındaki baba- yaramaz çocuk ilişkisine benzer bir durum 21. yüzyılda ABD’de de görüldü. Trump’ın alternatif sağ hareketini desteklediğinı Mısır’daki sağır sultan bile biliyordu. Alternatif sağın, ontolojik olarak sağ olması ve bu çağın sorunlarına temas etmesi, geleneksel sağın ona karşı duyarsız kalamamasına sebep oluyor. 

Öte yandan altenatif sağ, ambalajı parlak bir fikir olarak Türk cemiyeti için ciddi tehlikeler de oluşturmaktadır. Alternatif sağ, geleneksel sağın kadercilik anlayışına karşı insanın makineleşene kadar gelişmesini koyar. Redpill hareketinde olduğu gibi temel hareket noktaları özellikle popüler evrim ve popüler bilimdir. Bunu tabiat kanunlarını koşulsuz şartsız kabul etme ve bir çeşit neo-pozitivizm takip eder. İnsanın sınırlarını zorlaması, gelişmek, ilerlemek, birinin diğerinden üstün olması gibi temel hareket noktalarından hareket edilir ki bu, gelişme imkânı bulamayan ve geleneksel yaşamdan da koparılmış birçok genç için daha önce duyulmamış şeylerdir. Üstelik burada söylenen birçok şeyin “popüler bilim” verilerine dayanması, olaya başka bir boyut katar. 

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi pek çok genç, muhafazakâr toplumun kendi gelişimlerine ket vurduğunu düşünmektedir. Şehir kültürüyle bir şekilde temas eden herkesin düşünebileceği ve çok da yanlış olmayan bir şeydir bu. Bunun üzerine alternatif sağ, insanın gelişimini engelleyen şeyin dinde ve kültürde olduğunu iddia etmesi gerçekten oldukça cezbedicidir. Sorun, bu toplum ve değerleridir. O hâlde arzulanan gelişimi kaydetmek için herkes ve her değer çiğnenmelidir. Bencil, umarsamaz ve kayıtsız olunmalıdır ki bu kaotik ortamdan insan kendini en iyi şekilde sıyırabilsin. Avrupa’da Yeniden kurmacı sol anlayışına veya Amerika’da dil polisleri gibi politik anlayışlara karşılık alternatif sağda bireysel bir sıyrılış söz konusudur.

Alternatif sağın ortaya koyduğu din anlayışı fazlasıyla yüzeysel ve kültürel bir boyuttadadır. Bu da modern bireyin, modern toplumda “ibadet” sorununa makul bir çözüm getirmektedir. Sağ, eril; sol ise dişil kültürü benimser. Burada alternatif sağın konumlanışı, Modernizm’e karşı olmasından hareketle elbette eril kültürden yana olacaktır. Ancak bu erillik, çok daha bilinçli ve yıkıcıdır. Bilinçli olması ise popüler bilime/evrime dayanır. 

Alternatif sağ, esasen Modernizm’in bir devamı olarak unuttuğumuz bazı hasletlerden bahseder. Onlara göre tarihsel süreçte din, insanlığın gelişimine ket vurmuştur. İnsanın yapısını öğrenmek için gelenek öncesi topluma bakılmalıdır. 

Türk modernistlerin büyük bir çoğunluğu, İslam’ı tamamen reddedememekle birlikte asıl Türklüğün Orta Asya’da olduğunu ve bizim bazı hasletlerimizi İslamiyet’le birlikte yitirdiğimizi söylüyorlardı. Buradaki genel çatışma da 1. Dünya Savaşı’ndaki Arapların ihanetiyle içinde İslamiyete karşı hep bir mesafe kalmış aydın sınıfına karşı muhafazakârların “Bunlar hep İslamiyetin yanlış anlaşılmasından” söyleminden kaynaklanıyordu. İslamcılık da İslam’ın doğru anlaşılmasını bütün bir dünyanın barışı için şart koşuyordu. Alternatif sağdaki geleneksel öncesilik yapı olarak evrensel bir durum. Dolayısıyla toplumdan topluma ya da kültürden kültüre değişiklik göstermiyor. Çok farklı kültürlerden ve ülkelerden insanlar da alternatif sağ çatısı altında birleşebiliyor ve bu da alternatif sağı çok güçlü kılıyor.

Alternatif sağ, solun ne kadar başarısız olduğu bazı sevimli şeyler varsa hepsini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bir yandan Modernizm’i sert bir şekilde eleştirirken Modernizm’in yarım bıraktığı ne varsa hepsini tamamlama gayreti içerisindedir. Aralarındaki fark Modernizm, geleneği reddedip kendi değerlerini üreten bireyler yetiştirmek isterken alternatif sağ, gelecek öncesi dönemin değerlerini “hatırlamayı” teklif etmesindedir. 

Bu argümanıyla da aslında Modernizm’in ekmeğine yağ sürer. Çünkü nihayetinde Modernizm’in esası da budur: Harcamak için, tüketmek için çalışmak. İnsan, modern hayatta kendini sonsuz bir yarışın, bitmez bir kargaşanın içerisinde bulur. Geleneksel sağ, her daim Allah’a sığınmayı ve başa gelen musibetlere sabretmeyi öğütlerken alternatif sağ, meydan okumaya ve sonsuz bir yarışın içine girilmesi gerektiğini söyler. Etik değerler zırvadır. İnsanların unuttukları bazı hislerine seslenilirse başarılamayacak şey yoktur. 

Bu yüzden eylemci, sola; aktivist ise alternatif sağa âit bir kavramdır. Eylemcinin bir kere kötü bir imajı vardır, 3 kuruş için kendini rezil etmekte ve kitleleri provoke etmeye çalışmaktadır. Aktivist ise yalnızca aktivist olmakla bile solculuğun o pis durumu(?)ndan kendini kurtarmış, bembeyaz bir sayfa açmıştır. Aktivist, bir şeylere dikkat çekmek için farkındalık oluşturmayı amaçlar. Yaptıklarını bağıra bağıra gösterir. Onun için iyiliği yapmaktan çok, iyiliğin verdiği prestij önemlidir. Bunun için para harcamaya utanmaz. Mesela Afrika’da bir su kuyusu açmaya ettiği finansal yardımı paylaşır. Satışlarını artırmak için çevre kirliliğini önsemsiyormuş gibi görünür. 

Esasen Türkiye’de geleneksel sağın ne sanıldığı gibi temsil gücü ne de karşılığı vardır. Daha doğrusu Türkiye’de geleneksel sağ, hiçbir zaman çok kuvvetli bir şekilde temsil edilememiştir. DP’den bu yana AP de ANAP da DYP de hep “yeni/likçi sağ” veya “yeni sağ” etiketiyle iktidara gelmiştir. Menderes’in, Bayar’ın, Demirel’in fikri anlamda sağla ilgisi yoktur. Erbakan; makineleşmeye, sanayileşmeye ve millîciliğe verdiği önemle zaten başka bir sağdır. Avrupa geleneksel sağıyla Türk geleneksel sağını karşılaştırdığımızda bambaşka iki şeyle karşılaşırız. Bir kere Türk sağında ırkçılık yoktur. Irkçılık, Türk toplumunda “soyculuk” olarak karşılık bulmuştur ki bunlar da Hüseyin Nihal Atsız’ın izinde giden küçük bir gruptur. 

Ancak Refah ve devamı Saadet Partisi’nin geleneksel sağ anlayışını tercih ettiğini söyleyebiliriz. O da 90’lı yıllarda köyden kente göç eden muhafazakârların sığındığı bir kimliktir o dönemde geleneksel sağ. AKP, zaten özellikle Refah Partisi’ne bir tepki olarak alternatif sağı temsil ediyordu. AKP ve özellikle Erdoğan, Refah Partisi’ni, siyaseti camii avlusuna sıkıştırmakla eleştiriyordu. O dönem, geleneksel sağ bir partinin iktidar olabilmesi imkânsızdı. Türk toplumunda sağcı veya muhafazakâr olmanın bir karşılığı yoktu. İnsanların kendi yerleşim yerlerinde içine doğdukları töreler vardı ve o insanın bu törelerden vazgeçebilmesi zaten mümkün değildi. Bir çatışma, nefret edilecek bir şey olmadığına göre sağcılık da yoktu. İnsanlar sağcılardan, en az solcular kadar çekiniyordu. 

Ulusal sol ile sosyal demokrasi; Komünist ve Marksistlere nasıl kayıtsız kalamazsa geleneksel sağ da alternatif sağa öyle kayıtsız kalamaz. Esasen geleneksel sağa, bütün istemedikleri şeyleri yaptıran da alternatif sağdır. Elbette geleneksel sağ rekabetten hoşlanmaz ama iktidarda kalabilmesi için rekabeti desteklemesi gerekir. Bununla birlikte bu ilişkiden istediği popüleriteyi kazanan geleneksel sağ, alternatif sağın karşı çıkmayacağı bazı gelenekleri topluma yeniden empoze etmeye çalışır. Eğer gerçekten Türkiye’de insanların çoğu sağcı ve AKP’li olsaydı AKP de bu kadar sosyal yardım yapmaz, torpile bu kadar başvurmak zorunda kalmazdı. Bugüne kadar AKP’nin iktidarda kalabilmesinin biricik nedeni Türkiye’nin sözde aydın özdeyse hiçbir şey olamayan sınıfıdır. Yıllarca kendilerini hiçbir şekilde dönüştürme ihtiyacı duymadan düzenden faydalanmaya çalıştılar. Bu ülkenin ciddi bir sözde aydın sınıfı var. Bu da elbette kaynaklarımızı doğru kullanamamaktan kaynaklanıyor. 

Mesela geleneksel sağ, dine karşı köktenci bir anlayışla yaklaşır ama alternatif sağın hayatında dinin bir egzersizden veya meditasyondan farkı yoktur. Onun için din gereklidir, bazen dinî ritüellerin gerçekleştirilmesi de gerekir ama çağın şartları insanları böyle yaşamaya itmiştir. Gelenekler önemlidir ama bazen hiçbir yere karşılık gelmemektedir. İşte post-modern insan budur ve bu şekildedir. Oysa modern insan, solcu ve modernist insanın hayatında dinin varlığı belirleyici değildir. Belki bir alternatif sağcıdan daha dindar da olabilir ama bu, onun vicdanın meselesidir ve kimseyi de ilgilendirmemektedir. Din, modern toplumda biraz dışarıda biraz içeride bırakılmıştır. Bu, hassas bir konudur. Nihayetinde ulus da bir inançtır ve insanların bir şeylere inanabilmesi gerekir. Çünkü inanç yoksa toplum da yoktur. 

Avrupa, Modernizm’i bizzat idrak edip cefasını da sefasını da çoktan sürdürdüğünden Avrupa sosyolojisinde alternatif sağın pek de bir karşılığı yoktur. Orada dinci ve ırkçı geleneksel sağ ile modernist sol karşı karşıyadır. Ancak Amerika, tıpkı bizim gibi modern Avrupa tarihine uzak kaldığından alternatif sağcılığın çıkış yeridir. 

Amerika’da siyaset, muhafazakârlık ve cumhuriyetçilik olarak ikiye bölünmüş olduğundan Amerikan siyasetinin çözüm üretme yolları tıkanmıştır. Orada Sosyalizm ve Komünizm de direkt Amerika’ya düşman düşünceler sayıldığından kitlelere yayılamamıştır. Dolayısıyla alternatif sağın, Amerika’dan çıkmış ve yayılmış olması için bütün nedenler hazırdır. 

Zaten dilimizde aktivist ve eylemci adlı iki sözcüğün bulunuyor olması da kaynak ve anlam farklılıklarına işaret etmektedir. 

Türk ve dünya siyasetinde alternatif sağın direkt bir karşılık bulması mümkün görünmüyor. Ancak ileriki dönemlerde mesela Feminist veya LGBT stk’lar partileşmeye giderlerse alt-right partileri siyasette görmemiz mümkün olabilir. Onlar, şimdilik solcu bir hayat yaşayıp sağcı gibi düşünmeye devam ediyorlar. 

Alternatif sağ, geleneksel sağın yerini alır mı sorusuna elbette net bir cevap vermemiz zor ancak sağı daha çok dönüştüreceği, ilerleyen zamanlarda daha çok dillendirileceği kesin. İnsanlar; bazı tabuları yıktıkça bir diğer kesim hırçınlaşacak, bu arada her tabu yıkıcı da bir tabu hâline gelecek, çatışmalar yaşandıkça da bir kesim insanlar kendilerine başka bir çıkış yolu arayacak.