Hastalık Bu Futbol’un deyimiyle dünyanın en iyi ligi, Spor Toto Süper Ligi’nde 2019-2020 sezonunu domine etmiş ve 20 milyon€ bonservis bedeliyle Almanya’nın en “sistemli” takımlarımdan birine transfer olmuş Alexander Sorløth, Türkiye’den yakasını kurtardığından beri ligimizle ilgili gerçekleri Avrupa basınıyla paylaşıyor. 

   Yani Sorløth’un Türkiye ile ilgili ilk açıklaması Norveç- Türkiye maçından önce değildi. Bundan çok kısa bir süre önce Liepzig’e alışıp alışmadığı ile ilgili bir soruya “Türkiye’de benden sadece gol atmam isteniyordu. Burada işler başka yürüyor.” şeklinde açıklama yapmıştı. 

   Yukarıdaki açıklamanın neresinde bir art niyet var, anlamış değilim. Türkiye’de bir forvetten gol atması beklenir. Hattâ Türkiye’de -kaleci de buna dahildir- mümkünse herkes bir şekilde gol atsın da nasıl olursa olsun havası vardır. Sorløth’un açıklamalarına itiraz edenlerle Liepzig’in oyun planı üzerine konuşmak ve engin düşüncelerini almak istiyorum. Sorløth, Danimarka’nın en çok modern futbola uyumlu takımı Midtjyjlland’ten yetişme bir futbolcu. Dolayısıyla eminim ki kimsenin duymadığı taktikleri orada öğrenmiştir. Ayrıca Crystal Palace ve Belçika maceraları da var. Yani Liepzig’e gidene kadar birçok farklı futbol iklimi solumuş. Türkiye ile ilgili böyle bir açıklamada bulunmasından daha doğru bir şey yok. 

   19-20 sezonunda Sorløth attı, Trabzonspor kazandı. Ne zaman ki Sorløth atamadı, Trabzonspor yarışta geri kaldı. Sonunda durum öyle bir hâl aldı ki Sorløth atsa da yetmedi. 

   Tek numarası Haaland ve Sorløth’a uzun top atıp bu ikilinin savunma arkasına yaptığı koşularla gol bulan bir takıma savunma çizgini mümkün olduğunca geride kurarak başlarsınız. Nitekim Türkiye de bunu yaptı. El Younussi, King gibi kanatları hızlı ancak kafasını kaldırmayı pek bilmeyen futbolcuların da zayıf üretkenliği de bir diğer etkendi. Ayrıca bu kuzey ülkelerinde gördüğüm en büyük eksiklik, merkezden oldukça zayıf olmaları. UEFA Avrupa Ligi’nde tarihinde ilk defa çeyrek finale kalan Molde, merkezi biraz daha kuvvetli olabilse Granada’yı eleyebilecek şansa sahipti. Türkiye, Norveç maçında doğru oyununun karşılığı olarak 3 puanı aldı. 

   Tabiî kazanır kazanmaz Linnes’in de “Türkler, Haaland’tan korkuyor.” açıklamasına da gaza gelip başladık Haaland ve Sorløth üzerinden ne kadar büyük olduğumuzu anlatmaya. Yine Ozan’a, Uğurcan’a, Çağlar’a yeni yeni pahalar biçildi, yeni yeni takımlar yakıştırıldı. 

   Uzun süredir düşünüyorum, Şenol Güneş takımın başına geçmeseydi kim olacaktı? Şu an için hiçbir hocanın bu işi başaracağını düşünmüyorum. Şenol Güneş, mecburiyetten takımın başına getirdiğimiz biri çünkü her ne kadar hangi takımı çaliştırırsa çalıştırsın göze hoş gelen futbol oynatsa da artık modern futbolun argümanlarına karşı antitez üretemiyor. Rakip hücumda 4-2-3-1 oynarken savunmada 4-4-2’ye dönüyor. Dolayısıyla alanı tamamen savunmuş oluyor. Biz hâlâ 4 savunmacı, 1 ön liberoyla geride top çevirmeye çalışıyoruz. E hâliyle çeviremiyoruz. Ozan, bu durumda merkez orta sahada, Yusuf kanatta, Hakan 10 numarada. Ya ileriye doğru özensiz bir uzun top atıyor ve topu kaybediyoruz ya da rakip birinci bölgemizde 3, hatta 4, 5 futbolcuyla basana kadar topu ayağımızda çevirmeye çalışıyoruz. 

   Zaman zaman bu sorunu gidermek için Ozan geriye geldi ancak topu ikinci bölgeye aktarsak bile bu sefer üçüncü bölgeye geçişte büyük sorun yaşadık. Caner zaten 10 topun 9’unu yanlış kullandı. Bir ıkincisi artık modern futbolda kanattan orta açarak gol bulamazsınız. Üçüncüsü bek, adı üstüne bektir ve ofansif zenginliği artırmak için kullanılır, ofansın kendisi olmaz. Bek oynayan futbolcu, uygun pozisyonda dönen topu karşılamak için bekler. Burada suç hocadadır. Caner, her zamanki Caner işte. 

   Şenol Güneş; maç öncesinde Letonya’nın iyi kapanan bir takım olduğunu, dolayısıyla golün geç gelebilecebileceğini söylemişti. İyi kapanan takımlara karşı ayağa pas isteyen Burak gibi golcüler etkisiz kalır çünkü Burak, ceza sahası golcüsüdür ve rakibin planı da ceza sahasını savunmaktır. Bu durumda Burak, gol ayağı değil ancak sahte 9 olur. Gol atması en muhtemel oyunculardan Yusuf, sağ çizgide orta kesmeye çalışıyor. Oysa Yusuf’un bir sol ayaklı olarak içeriye katedip şut çekmesi gerekiyor ki Yusuf, gerçek bir şutör. Kenan Karaman, golden sonra etkisiz kalıyor, Ozan geriye gelip yeterince top almıyor… 

   O hâlde şu oyuna gerekli dokunuşları yapmıyorsan kalecin Buffon, defans hattın da Chiellini- Bonucci olsa bırak 3’ü, 5 yemediğine şükredersin. 

   Üstüne üstlük rakibe savunma yapma planın yok. Şenol Güneş, golü geç bulacağına o kadar iman etmiş ki erken atılan gol sanki bütün planını bozmuş gibi görünüyor. B planın zaten yok, oyuna müdahale edecek pratikliğe de sahip değilsin. Sahaya iki 10 numara birden sürüyorsun, sonra skor 3-2 iken ikisini aynı anda oyundan alıyorsun. Rakip sistemli geliyor, gol bulduğu durumda daha da çok kapanacak. Bu durumda en çok ihtiyacın olan iki şutörü oyundan çıkarıyorsun. Sağda Deniz Türüç ile başlamış olsan hem orta sahanın direncini artırmış olurdun hem de her ne kadar tasvip etmesem de daha çok orta kestirmiş olurdun. Büyük ihtimalle kronik yedek Yusuf yedek bekler, son 30 dakika Hakan ile değiştirir, kulübede bir joker bekletmiş olurdun. 

   Öte yandan bu takım bugün savunma anlamında oldukça acemiydi. Kimin savunma yapacağı, kimin nerede duracağı belli değil. Futbolcular rakibe kim basacak diye âdeta birbirine bakıyordu. Zaten duran toptan yediğimiz iki gol, bunu ayan beyan ortaya koyuyor. 

   Daha geçen sene bu zamanlarda malum “Turkishhead” olayı yüzünden Fransa’yı yenen Türkiye, İzlanda’ya 2-1 kaybetmişti. Bugün benzer olayları yaşadık, yeniden havalara girdik ve aldığımız sonuç bu. 

   Birileri dışarıdan gelip bizim hakkımızda bir şey söyleyince onu düşman bellemek yerine acaba diye kendimize odaklanırsak belki bir şeyler kazanmış oluruz. Kuru hamasetin tıpkı aklımız gibi üç adım olduğunu bu gece hepimizin kabul etmesi gerek. 

   Yok, bu gece oynanan futboldan ve öncesindeki olaylardan kimse ders çıkarmıyorsa Şenol hoca olmasaydı kim onun yaptığının yarısı kadar iş yapabilecekti sorusunun cevabını versin. 

   Beraberlik; önce tüm ülkeye, sonra teknik direktöre, en son da oyunculara yazar. 

   Hastalık Bu Futbol’un deyimiyle dünyanın en iyi ligi, Spor Toto Süper Ligi’nde 2019-2020 sezonunu domine etmiş ve 20 milyon€ bonservis bedeliyle Almanya’nın en “sistemli” takımlarımdan birine transfer olmuş Alexander Sorløth, Türkiye’den yakasını kurtardığından beri ligimizle ilgili gerçekleri Avrupa basınıyla paylaşıyor. 

   Yani Sorløth’un Türkiye ile ilgili ilk açıklaması Norveç- Türkiye maçından önce değildi. Bundan çok kısa bir süre önce Liepzig’e alışıp alışmadığı ile ilgili bir soruya “Türkiye’de benden sadece gol atmam isteniyordu. Burada işler başka yürüyor.” şeklinde açıklama yapmıştı. 

   Yukarıdaki açıklamanın neresinde bir art niyet var, anlamış değilim. Türkiye’de bir forvetten gol atması beklenir. Hattâ Türkiye’de -kaleci de buna dahildir- mümkünse herkes bir şekilde gol atsın da nasıl olursa olsun havası vardır. Sorløth’un açıklamalarına itiraz edenlerle Liepzig’in oyun planı üzerine konuşmak ve engin düşüncelerini almak istiyorum. Sorløth, Danimarka’nın en çok modern futbola uyumlu takımı Midtjyjlland’ten yetişme bir futbolcu. Dolayısıyla eminim ki kimsenin duymadığı taktikleri orada öğrenmiştir. Ayrıca Crystal Palace ve Belçika maceraları da var. Yani Liepzig’e gidene kadar birçok farklı futbol iklimi solumuş. Türkiye ile ilgili böyle bir açıklamada bulunmasından daha doğru bir şey yok. 

   19-20 sezonunda Sorløth attı, Trabzonspor kazandı. Ne zaman ki Sorløth atamadı, Trabzonspor yarışta geri kaldı. Sonunda durum öyle bir hâl aldı ki Sorløth atsa da yetmedi. 

   Tek numarası Haaland ve Sorløth’a uzun top atıp bu ikilinin savunma arkasına yaptığı koşularla gol bulan bir takıma savunma çizgini mümkün olduğunca geride kurarak başlarsınız. Nitekim Türkiye de bunu yaptı. El Younussi, King gibi kanatları hızlı ancak kafasını kaldırmayı pek bilmeyen futbolcuların da zayıf üretkenliği de bir diğer etkendi. Ayrıca bu kuzey ülkelerinde gördüğüm en büyük eksiklik, merkezden oldukça zayıf olmaları. UEFA Avrupa Ligi’nde tarihinde ilk defa çeyrek finale kalan Molde, merkezi biraz daha kuvvetli olabilse Granada’yı eleyebilecek şansa sahipti. Türkiye, Norveç maçında doğru oyununun karşılığı olarak 3 puanı aldı. 

   Tabiî kazanır kazanmaz Linnes’in de “Türkler, Haaland’tan korkuyor.” açıklamasına da gaza gelip başladık Haaland ve Sorløth üzerinden ne kadar büyük olduğumuzu anlatmaya. Yine Ozan’a, Uğurcan’a, Çağlar’a yeni yeni pahalar biçildi, yeni yeni takımlar yakıştırıldı. 

   Uzun süredir düşünüyorum, Şenol Güneş takımın başına geçmeseydi kim olacaktı? Şu an için hiçbir hocanın bu işi başaracağını düşünmüyorum. Şenol Güneş, mecburiyetten takımın başına getirdiğimiz biri çünkü her ne kadar hangi takımı çaliştırırsa çalıştırsın göze hoş gelen futbol oynatsa da artık modern futbolun argümanlarına karşı antitez üretemiyor. Rakip hücumda 4-2-3-1 oynarken savunmada 4-4-2’ye dönüyor. Dolayısıyla alanı tamamen savunmuş oluyor. Biz hâlâ 4 savunmacı, 1 ön liberoyla geride top çevirmeye çalışıyoruz. E hâliyle çeviremiyoruz. Ozan, bu durumda merkez orta sahada, Yusuf kanatta, Hakan 10 numarada. Ya ileriye doğru özensiz bir uzun top atıyor ve topu kaybediyoruz ya da rakip birinci bölgemizde 3, hatta 4, 5 futbolcuyla basana kadar topu ayağımızda çevirmeye çalışıyoruz. 

   Zaman zaman bu sorunu gidermek için Ozan geriye geldi ancak topu ikinci bölgeye aktarsak bile bu sefer üçüncü bölgeye geçişte büyük sorun yaşadık. Caner zaten 10 topun 9’unu yanlış kullandı. Bir ıkincisi artık modern futbolda kanattan orta açarak gol bulamazsınız. Üçüncüsü bek, adı üstüne bektir ve ofansif zenginliği artırmak için kullanılır, ofansın kendisi olmaz. Bek oynayan futbolcu, uygun pozisyonda dönen topu karşılamak için bekler. Burada suç hocadadır. Caner, her zamanki Caner işte. 

   Şenol Güneş; maç öncesinde Letonya’nın iyi kapanan bir takım olduğunu, dolayısıyla golün geç gelebilecebileceğini söylemişti. İyi kapanan takımlara karşı ayağa pas isteyen Burak gibi golcüler etkisiz kalır çünkü Burak, ceza sahası golcüsüdür ve rakibin planı da ceza sahasını savunmaktır. Bu durumda Burak, gol ayağı değil ancak sahte 9 olur. Gol atması en muhtemel oyunculardan Yusuf, sağ çizgide orta kesmeye çalışıyor. Oysa Yusuf’un bir sol ayaklı olarak içeriye katedip şut çekmesi gerekiyor ki Yusuf, gerçek bir şutör. Kenan Karaman, golden sonra etkisiz kalıyor, Ozan geriye gelip yeterince top almıyor… 

   O hâlde şu oyuna gerekli dokunuşları yapmıyorsan kalecin Buffon, defans hattın da Chiellini- Bonucci olsa bırak 3’ü, 5 yemediğine şükredersin. 

   Üstüne üstlük rakibe savunma yapma planın yok. Şenol Güneş, golü geç bulacağına o kadar iman etmiş ki erken atılan gol sanki bütün planını bozmuş gibi görünüyor. B planın zaten yok, oyuna müdahale edecek pratikliğe de sahip değilsin. Sahaya iki 10 numara birden sürüyorsun, sonra skor 3-2 iken ikisini aynı anda oyundan alıyorsun. Rakip sistemli geliyor, gol bulduğu durumda daha da çok kapanacak. Bu durumda en çok ihtiyacın olan iki şutörü oyundan çıkarıyorsun. Sağda Deniz Türüç ile başlamış olsan hem orta sahanın direncini artırmış olurdun hem de her ne kadar tasvip etmesem de daha çok orta kestirmiş olurdun. Büyük ihtimalle kronik yedek Yusuf yedek bekler, son 30 dakika Hakan ile değiştirir, kulübede bir joker bekletmiş olurdun. 

   Öte yandan bu takım bugün savunma anlamında oldukça acemiydi. Kimin savunma yapacağı, kimin nerede duracağı belli değil. Futbolcular rakibe kim basacak diye âdeta birbirine bakıyordu. Zaten duran toptan yediğimiz iki gol, bunu ayan beyan ortaya koyuyor. 

   Daha geçen sene bu zamanlarda malum “Turkishhead” olayı yüzünden Fransa’yı yenen Türkiye, İzlanda’ya 2-1 kaybetmişti. Bugün benzer olayları yaşadık, yeniden havalara girdik ve aldığımız sonuç bu. 

   Birileri dışarıdan gelip bizim hakkımızda bir şey söyleyince onu düşman bellemek yerine acaba diye kendimize odaklanırsak belki bir şeyler kazanmış oluruz. Kuru hamasetin tıpkı aklımız gibi üç adım olduğunu bu gece hepimizin kabul etmesi gerek. 

   Yok, bu gece oynanan futboldan ve öncesindeki olaylardan kimse ders çıkarmıyorsa Şenol hoca olmasaydı kim onun yaptığının yarısı kadar iş yapabilecekti sorusunun cevabını versin. 

   Beraberlik; önce tüm ülkeye, sonra teknik direktöre, en son da oyunculara yazar. 

   Hastalık Bu Futbol’un deyimiyle dünyanın en iyi ligi, Spor Toto Süper Ligi’nde 2019-2020 sezonunu domine etmiş ve 20 milyon€ bonservis bedeliyle Almanya’nın en “sistemli” takımlarımdan birine transfer olmuş Alexander Sorløth, Türkiye’den yakasını kurtardığından beri ligimizle ilgili gerçekleri Avrupa basınıyla paylaşıyor. 

   Yani Sorløth’un Türkiye ile ilgili ilk açıklaması Norveç- Türkiye maçından önce değildi. Bundan çok kısa bir süre önce Liepzig’e alışıp alışmadığı ile ilgili bir soruya “Türkiye’de benden sadece gol atmam isteniyordu. Burada işler başka yürüyor.” şeklinde açıklama yapmıştı. 

   Yukarıdaki açıklamanın neresinde bir art niyet var, anlamış değilim. Türkiye’de bir forvetten gol atması beklenir. Hattâ Türkiye’de -kaleci de buna dahildir- mümkünse herkes bir şekilde gol atsın da nasıl olursa olsun havası vardır. Sorløth’un açıklamalarına itiraz edenlerle Liepzig’in oyun planı üzerine konuşmak ve engin düşüncelerini almak istiyorum. Sorløth, Danimarka’nın en çok modern futbola uyumlu takımı Midtjyjlland’ten yetişme bir futbolcu. Dolayısıyla eminim ki kimsenin duymadığı taktikleri orada öğrenmiştir. Ayrıca Crystal Palace ve Belçika maceraları da var. Yani Liepzig’e gidene kadar birçok farklı futbol iklimi solumuş. Türkiye ile ilgili böyle bir açıklamada bulunmasından daha doğru bir şey yok. 

   19-20 sezonunda Sorløth attı, Trabzonspor kazandı. Ne zaman ki Sorløth atamadı, Trabzonspor yarışta geri kaldı. Sonunda durum öyle bir hâl aldı ki Sorløth atsa da yetmedi. 

   Tek numarası Haaland ve Sorløth’a uzun top atıp bu ikilinin savunma arkasına yaptığı koşularla gol bulan bir takıma savunma çizgini mümkün olduğunca geride kurarak başlarsınız. Nitekim Türkiye de bunu yaptı. El Younussi, King gibi kanatları hızlı ancak kafasını kaldırmayı pek bilmeyen futbolcuların da zayıf üretkenliği de bir diğer etkendi. Ayrıca bu kuzey ülkelerinde gördüğüm en büyük eksiklik, merkezden oldukça zayıf olmaları. UEFA Avrupa Ligi’nde tarihinde ilk defa çeyrek finale kalan Molde, merkezi biraz daha kuvvetli olabilse Granada’yı eleyebilecek şansa sahipti. Türkiye, Norveç maçında doğru oyununun karşılığı olarak 3 puanı aldı. 

   Tabiî kazanır kazanmaz Linnes’in de “Türkler, Haaland’tan korkuyor.” açıklamasına da gaza gelip başladık Haaland ve Sorløth üzerinden ne kadar büyük olduğumuzu anlatmaya. Yine Ozan’a, Uğurcan’a, Çağlar’a yeni yeni pahalar biçildi, yeni yeni takımlar yakıştırıldı. 

   Uzun süredir düşünüyorum, Şenol Güneş takımın başına geçmeseydi kim olacaktı? Şu an için hiçbir hocanın bu işi başaracağını düşünmüyorum. Şenol Güneş, mecburiyetten takımın başına getirdiğimiz biri çünkü her ne kadar hangi takımı çaliştırırsa çalıştırsın göze hoş gelen futbol oynatsa da artık modern futbolun argümanlarına karşı antitez üretemiyor. Rakip hücumda 4-2-3-1 oynarken savunmada 4-4-2’ye dönüyor. Dolayısıyla alanı tamamen savunmuş oluyor. Biz hâlâ 4 savunmacı, 1 ön liberoyla geride top çevirmeye çalışıyoruz. E hâliyle çeviremiyoruz. Ozan, bu durumda merkez orta sahada, Yusuf kanatta, Hakan 10 numarada. Ya ileriye doğru özensiz bir uzun top atıyor ve topu kaybediyoruz ya da rakip birinci bölgemizde 3, hatta 4, 5 futbolcuyla basana kadar topu ayağımızda çevirmeye çalışıyoruz. 

   Zaman zaman bu sorunu gidermek için Ozan geriye geldi ancak topu ikinci bölgeye aktarsak bile bu sefer üçüncü bölgeye geçişte büyük sorun yaşadık. Caner zaten 10 topun 9’unu yanlış kullandı. Bir ıkincisi artık modern futbolda kanattan orta açarak gol bulamazsınız. Üçüncüsü bek, adı üstüne bektir ve ofansif zenginliği artırmak için kullanılır, ofansın kendisi olmaz. Bek oynayan futbolcu, uygun pozisyonda dönen topu karşılamak için bekler. Burada suç hocadadır. Caner, her zamanki Caner işte. 

   Şenol Güneş; maç öncesinde Letonya’nın iyi kapanan bir takım olduğunu, dolayısıyla golün geç gelebilecebileceğini söylemişti. İyi kapanan takımlara karşı ayağa pas isteyen Burak gibi golcüler etkisiz kalır çünkü Burak, ceza sahası golcüsüdür ve rakibin planı da ceza sahasını savunmaktır. Bu durumda Burak, gol ayağı değil ancak sahte 9 olur. Gol atması en muhtemel oyunculardan Yusuf, sağ çizgide orta kesmeye çalışıyor. Oysa Yusuf’un bir sol ayaklı olarak içeriye katedip şut çekmesi gerekiyor ki Yusuf, gerçek bir şutör. Kenan Karaman, golden sonra etkisiz kalıyor, Ozan geriye gelip yeterince top almıyor… 

   O hâlde şu oyuna gerekli dokunuşları yapmıyorsan kalecin Buffon, defans hattın da Chiellini- Bonucci olsa bırak 3’ü, 5 yemediğine şükredersin. 

   Üstüne üstlük rakibe savunma yapma planın yok. Şenol Güneş, golü geç bulacağına o kadar iman etmiş ki erken atılan gol sanki bütün planını bozmuş gibi görünüyor. B planın zaten yok, oyuna müdahale edecek pratikliğe de sahip değilsin. Sahaya iki 10 numara birden sürüyorsun, sonra skor 3-2 iken ikisini aynı anda oyundan alıyorsun. Rakip sistemli geliyor, gol bulduğu durumda daha da çok kapanacak. Bu durumda en çok ihtiyacın olan iki şutörü oyundan çıkarıyorsun. Sağda Deniz Türüç ile başlamış olsan hem orta sahanın direncini artırmış olurdun hem de her ne kadar tasvip etmesem de daha çok orta kestirmiş olurdun. Büyük ihtimalle kronik yedek Yusuf yedek bekler, son 30 dakika Hakan ile değiştirir, kulübede bir joker bekletmiş olurdun. 

   Öte yandan bu takım bugün savunma anlamında oldukça acemiydi. Kimin savunma yapacağı, kimin nerede duracağı belli değil. Futbolcular rakibe kim basacak diye âdeta birbirine bakıyordu. Zaten duran toptan yediğimiz iki gol, bunu ayan beyan ortaya koyuyor. 

   Daha geçen sene bu zamanlarda malum “Turkishhead” olayı yüzünden Fransa’yı yenen Türkiye, İzlanda’ya 2-1 kaybetmişti. Bugün benzer olayları yaşadık, yeniden havalara girdik ve aldığımız sonuç bu. 

   Birileri dışarıdan gelip bizim hakkımızda bir şey söyleyince onu düşman bellemek yerine acaba diye kendimize odaklanırsak belki bir şeyler kazanmış oluruz. Kuru hamasetin tıpkı aklımız gibi üç adım olduğunu bu gece hepimizin kabul etmesi gerek. 

   Yok, bu gece oynanan futboldan ve öncesindeki olaylardan kimse ders çıkarmıyorsa Şenol hoca olmasaydı kim onun yaptığının yarısı kadar iş yapabilecekti sorusunun cevabını versin. 

   Beraberlik; önce tüm ülkeye, sonra teknik direktöre, en son da oyunculara yazar. 

   Hastalık Bu Futbol’un deyimiyle dünyanın en iyi ligi, Spor Toto Süper Ligi’nde 2019-2020 sezonunu domine etmiş ve 20 milyon€ bonservis bedeliyle Almanya’nın en “sistemli” takımlarımdan birine transfer olmuş Alexander Sorløth, Türkiye’den yakasını kurtardığından beri ligimizle ilgili gerçekleri Avrupa basınıyla paylaşıyor. 

   Yani Sorløth’un Türkiye ile ilgili ilk açıklaması Norveç- Türkiye maçından önce değildi. Bundan çok kısa bir süre önce Liepzig’e alışıp alışmadığı ile ilgili bir soruya “Türkiye’de benden sadece gol atmam isteniyordu. Burada işler başka yürüyor.” şeklinde açıklama yapmıştı. 

   Yukarıdaki açıklamanın neresinde bir art niyet var, anlamış değilim. Türkiye’de bir forvetten gol atması beklenir. Hattâ Türkiye’de -kaleci de buna dahildir- mümkünse herkes bir şekilde gol atsın da nasıl olursa olsun havası vardır. Sorløth’un açıklamalarına itiraz edenlerle Liepzig’in oyun planı üzerine konuşmak ve engin düşüncelerini almak istiyorum. Sorløth, Danimarka’nın en çok modern futbola uyumlu takımı Midtjyjlland’ten yetişme bir futbolcu. Dolayısıyla eminim ki kimsenin duymadığı taktikleri orada öğrenmiştir. Ayrıca Crystal Palace ve Belçika maceraları da var. Yani Liepzig’e gidene kadar birçok farklı futbol iklimi solumuş. Türkiye ile ilgili böyle bir açıklamada bulunmasından daha doğru bir şey yok. 

   19-20 sezonunda Sorløth attı, Trabzonspor kazandı. Ne zaman ki Sorløth atamadı, Trabzonspor yarışta geri kaldı. Sonunda durum öyle bir hâl aldı ki Sorløth atsa da yetmedi. 

   Tek numarası Haaland ve Sorløth’a uzun top atıp bu ikilinin savunma arkasına yaptığı koşularla gol bulan bir takıma savunma çizgini mümkün olduğunca geride kurarak başlarsınız. Nitekim Türkiye de bunu yaptı. El Younussi, King gibi kanatları hızlı ancak kafasını kaldırmayı pek bilmeyen futbolcuların da zayıf üretkenliği de bir diğer etkendi. Ayrıca bu kuzey ülkelerinde gördüğüm en büyük eksiklik, merkezden oldukça zayıf olmaları. UEFA Avrupa Ligi’nde tarihinde ilk defa çeyrek finale kalan Molde, merkezi biraz daha kuvvetli olabilse Granada’yı eleyebilecek şansa sahipti. Türkiye, Norveç maçında doğru oyununun karşılığı olarak 3 puanı aldı. 

   Tabiî kazanır kazanmaz Linnes’in de “Türkler, Haaland’tan korkuyor.” açıklamasına da gaza gelip başladık Haaland ve Sorløth üzerinden ne kadar büyük olduğumuzu anlatmaya. Yine Ozan’a, Uğurcan’a, Çağlar’a yeni yeni pahalar biçildi, yeni yeni takımlar yakıştırıldı. 

   Uzun süredir düşünüyorum, Şenol Güneş takımın başına geçmeseydi kim olacaktı? Şu an için hiçbir hocanın bu işi başaracağını düşünmüyorum. Şenol Güneş, mecburiyetten takımın başına getirdiğimiz biri çünkü her ne kadar hangi takımı çaliştırırsa çalıştırsın göze hoş gelen futbol oynatsa da artık modern futbolun argümanlarına karşı antitez üretemiyor. Rakip hücumda 4-2-3-1 oynarken savunmada 4-4-2’ye dönüyor. Dolayısıyla alanı tamamen savunmuş oluyor. Biz hâlâ 4 savunmacı, 1 ön liberoyla geride top çevirmeye çalışıyoruz. E hâliyle çeviremiyoruz. Ozan, bu durumda merkez orta sahada, Yusuf kanatta, Hakan 10 numarada. Ya ileriye doğru özensiz bir uzun top atıyor ve topu kaybediyoruz ya da rakip birinci bölgemizde 3, hatta 4, 5 futbolcuyla basana kadar topu ayağımızda çevirmeye çalışıyoruz. 

   Zaman zaman bu sorunu gidermek için Ozan geriye geldi ancak topu ikinci bölgeye aktarsak bile bu sefer üçüncü bölgeye geçişte büyük sorun yaşadık. Caner zaten 10 topun 9’unu yanlış kullandı. Bir ıkincisi artık modern futbolda kanattan orta açarak gol bulamazsınız. Üçüncüsü bek, adı üstüne bektir ve ofansif zenginliği artırmak için kullanılır, ofansın kendisi olmaz. Bek oynayan futbolcu, uygun pozisyonda dönen topu karşılamak için bekler. Burada suç hocadadır. Caner, her zamanki Caner işte. 

   Şenol Güneş; maç öncesinde Letonya’nın iyi kapanan bir takım olduğunu, dolayısıyla golün geç gelebilecebileceğini söylemişti. İyi kapanan takımlara karşı ayağa pas isteyen Burak gibi golcüler etkisiz kalır çünkü Burak, ceza sahası golcüsüdür ve rakibin planı da ceza sahasını savunmaktır. Bu durumda Burak, gol ayağı değil ancak sahte 9 olur. Gol atması en muhtemel oyunculardan Yusuf, sağ çizgide orta kesmeye çalışıyor. Oysa Yusuf’un bir sol ayaklı olarak içeriye katedip şut çekmesi gerekiyor ki Yusuf, gerçek bir şutör. Kenan Karaman, golden sonra etkisiz kalıyor, Ozan geriye gelip yeterince top almıyor… 

   O hâlde şu oyuna gerekli dokunuşları yapmıyorsan kalecin Buffon, defans hattın da Chiellini- Bonucci olsa bırak 3’ü, 5 yemediğine şükredersin. 

   Üstüne üstlük rakibe savunma yapma planın yok. Şenol Güneş, golü geç bulacağına o kadar iman etmiş ki erken atılan gol sanki bütün planını bozmuş gibi görünüyor. B planın zaten yok, oyuna müdahale edecek pratikliğe de sahip değilsin. Sahaya iki 10 numara birden sürüyorsun, sonra skor 3-2 iken ikisini aynı anda oyundan alıyorsun. Rakip sistemli geliyor, gol bulduğu durumda daha da çok kapanacak. Bu durumda en çok ihtiyacın olan iki şutörü oyundan çıkarıyorsun. Sağda Deniz Türüç ile başlamış olsan hem orta sahanın direncini artırmış olurdun hem de her ne kadar tasvip etmesem de daha çok orta kestirmiş olurdun. Büyük ihtimalle kronik yedek Yusuf yedek bekler, son 30 dakika Hakan ile değiştirir, kulübede bir joker bekletmiş olurdun. 

   Öte yandan bu takım bugün savunma anlamında oldukça acemiydi. Kimin savunma yapacağı, kimin nerede duracağı belli değil. Futbolcular rakibe kim basacak diye âdeta birbirine bakıyordu. Zaten duran toptan yediğimiz iki gol, bunu ayan beyan ortaya koyuyor. 

   Daha geçen sene bu zamanlarda malum “Turkishhead” olayı yüzünden Fransa’yı yenen Türkiye, İzlanda’ya 2-1 kaybetmişti. Bugün benzer olayları yaşadık, yeniden havalara girdik ve aldığımız sonuç bu. 

   Birileri dışarıdan gelip bizim hakkımızda bir şey söyleyince onu düşman bellemek yerine acaba diye kendimize odaklanırsak belki bir şeyler kazanmış oluruz. Kuru hamasetin tıpkı aklımız gibi üç adım olduğunu bu gece hepimizin kabul etmesi gerek. 

   Yok, bu gece oynanan futboldan ve öncesindeki olaylardan kimse ders çıkarmıyorsa Şenol hoca olmasaydı kim onun yaptığının yarısı kadar iş yapabilecekti sorusunun cevabını versin. 

   Beraberlik; önce tüm ülkeye, sonra teknik direktöre, en son da oyunculara yazar.