Birkaç gün önce Bakan Ziya Selçuk online eğitim sürecinden salgın bitse dahi vazgeçmeyeceklerini açıkladı. 

   Türkiye’de siyasetçilerin açıklanması kutsal metin hüviyeti taşıdığından herkes bu açıklamadan kendince bir anlam çıkardı. 

   Modern toplum bir bina olarak okulu, henüz tedavülden kaldıracak seviyeye erişememiştir. Bugünden baktığımızda Anarşistlerin bir görüşü olarak “Okulsuz Toplum” mümkün görünmemektedir. İlerleyen yıllar ne getirir, bilemem. Bunu kimse bilemez. Ancak şu an için “Okulsuz Toplum” hoş bir fantezidir ve öyle olması da gerekir. Şu an için okulların, modern toplumdan koparılmasının tartışması bile halk nezdince hele hele de bir bakan nezdinde tartışılmaya açılması gereksizdir. Devlet var oldukça devletin bir kontrol aygıtı olarak okul da var olmaya devam edecektir. Bu konuyu bu yazı dizisinin “Okulsuz Bir Topluma Doğru Mu Gidiyoruz” başlığında tartışmıştım. 

   O hâlde sayın bakanımızın bahsettiği herhâlde hybrid eğitim modelidir. Yani öğrenciler yüz yüze eğitimin olması gereken dersleri okulda alacaklar, o kadar da önemli olmayan dersleri ve bu derslerin saatlerini ise uzaktan işleyecekler. Haftada 6 saat Türk Dili ve Edebiyatı dersi varsa bunlardan 1 saati yazma, 1 saati okuma etkinliğiyse pek tabiî bu derslerde okulda olmaya gerek yoktur. 12. sınıf sayısal sınıflar için sözel dersler gereksizdir(!) 

   Bu “gereksiz ders” kavramına da ayrıca değinmek istiyorum, artık nasıl bir gelişmemişlik göstergesiyle bu durum… Dersin müfredatı var, içeriği var ancak bazı dersler boş geçiyor. Programda “Trafik ve İlk Yardım” dersi görünüyor ama öğrenci bu dersi görmüyor. Derslere alan hocaları giriyor ve üniversite sınavına yönelik konular işleniyor. Bu derste öğrencilere ehliyet sınavından geçebilecek kadar teorik trafik bilgisi verilse fena mı olur? 

   Malum, artık tek bir alanda bilgi sahibi olmak yeterli değil ve multi-disipliner çalışmalar yeni yeni meslekleri ortaya çıkarıyor. Biz de inadına öğrencilere yalnızca bir alana ve yalnızca okul derslerine yönlenmeleri konusunda baskı yapıyoruz. Önceki senelerde hayali teknik direktör olmak olan üniversite sınavı birincisi çocukla alay etmiştik. Bu zihniyet; sayısal öğrencisinin edebiyat, edebiyat öğrencisinin sayısal dersleri öğrenmesine karşı çıkıyor. Fizik dersinde öğrenciler gereksiz şekilde klasik fizikle boğuluyor. Oysa en azından birazcık modern fizik gösterilse öğrencilerin ufku kim bilir ne kadar açılır! 

   Bazı arkadaşlar, bazı öğretmenler, bazı bakanlar, bazı müsteşarlar Türkiye’yi güllük gülistanlık olarak görüyor olabilirler. Bu arkadaşlar anadolu irfanıyla mest olmuş olduklarından bazı gerçeklerin farkında olmayabilirler. Farkında olsalar bile “Hâlinize şükredin.” diyip şikâyet edenleri azarlayabilir, bu durumu hamaset nutku atmak için fırsat bilebilir veya bu kötü durumdan bile kendilerince güzel bir şey çıkarabilirler. Neticede uzaktan eğitim sistemimizin çökmesi de iyi bir şeyi gösteriyordu. 

   Birinci olarak okulların kapalı olduğu bir ortamda hiçbir öğrenci, uyku düzenini sağlayamamaktadır. Gece geç saatlere kadar telefonla vakit geçirip sabah -eğer uyanabilirse- derse beş dakika kala yüzünü dahi yıkamadan telefonun başına geçmektedir. Z kuşağının hemen hepsinin klinik birer vaka olduğu gerçeğinden hareketle sosyalleşmeyen gençler, daha da çok içlerine kapanmakga ve içlerine kapandıkça da yalnızlaşmaktadırlar. 

   Çin kadar itaat toplumu olmadığımız için Korona, uzun yıllar daha canımızı sıkmaya devam edeceğe benziyor. Bu hastalık, gençlerin ömründen bir şekilde 1.5 yılı götürdü. Yalnızca 6 ay okula gidip Haziran’da mezun olmaya hak kazanacak bir grup var. Eğitim fakülteleri son sınıf öğrencileri bu sene stajlarını online derslere katılarak yaptılar. Gelecek için büyük bir felâket bizi bekliyor. Zaten özgüven eksikliği ve bunalım içerisindeki genç nesilde bu pandemi dönemi ciddi sorunlar bırakmış olacak. Bu sürecin daha fazla uzamasına imkân yoktur. 

   Çoğu aile, evlatlarına ders çalışacak ortam dahi sunamamaktadır. Tek göz oda içerisinde 5-10 çocuklu aileler var. Üstelik doğu toplumlarında gelişmiş komşuluk ilişkileri, başlı başına bir sorundur. Birçok öğrenci, mahallenin kadınları yanı başında dedikodu yaparken ders dinlemeye çalışır bir vaziyettedir. 

   Internet erişimi ise başlı başına bir sorundur. Tanıdığım birçok öğrenci, telefonunun internetini canlı derslere girebilmek için idareli kullanmaya çalışmaktadır. Birçok öğrenci, interneti olmadığı için bazen derslere katılamamaktadır. 

   Aileler… Aileler, her zaman çocukları için en iyisini yaptıklarını düşünürler ama bugün çoğu aile ile çocuğu ile sağlıklı iletişim kuramamaktadır. Az okumuş veya çok okumuş fark etmeksizin bugün çoğu aile çocuğuna büyük ihtimâlle farkında olmayarak ama bazen de bilinçli olarak psikolojik şiddet uygulamaktadır. Fiziksel şiddet?.. Ondan bahsetmiyorum bile. 

   Dünyanın hızla değişmesi, bu değişimi muhafazakâr Türk ailesinin anlamaması ve hiç anlamayacak olması; gençlerinse değişen bu dünyaya ayak uydurma çabası Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanında bahsettiği kuşak çatışması olgusunun katlarca fazla sert yaşanmasına neden olmaktadır. Ailenin değişen dünyaya karşı çocuğunun gözlerini kapattırıcı şeklindeki yaklaşımı gençlerin dünyayı hiç anlamamasına neden olmaktadır. Dünyayı anlayamadıkları gibi ya hiç toplumsallaşamamakta ya da toplumsallaşırken sancı çekmektedir. Doğu ile Batı arasında sıkışmış, modernleşmesi problemli ve özellikle 2009’dan beri inanılmaz hızla değişen dünyada ebebeynler ile çocukların bu tür bir çatışma içerisinde olmasından daha doğal bir durum yoktur. Bu, bağımsızlaşmadan çok, değişen dünyaya direnen muhafazakâr aileye karşı direnen gençlerin “hayata tutunmak için” verdiği mücadeledir. Bu baskı ve panik ortamında gençlerin büyük bir kısmı hayata tutunamayacak, yaprak misâli, rüzgâr nereye eserse o tarafa savrulacaktır. Tutunamayanlar, yalnızca bir roman değil Z kuşağının hayata tutunamamasının manifestosudur, isyanıdır. Yoksa gençlerin derdi Deizm, Ateizm, Nihilizm veya Anarşizm değildir. Onlar hayata tutunabilmek için önce kendi ailelerini kırmak, aşmak zorundadırlar. Bu ortamda çocuk, önce kendi ailesinden, daha sonra bütün ailelerden, en sonunda aile kurumundan “nefret” etmektedir. Aile; toplumun en küçük yapı taşı olduğundan aile kurumunun inkârı, zamanla devlet-millet- Tanrı gibi manevi değerlerin inkârını getirmektedir. 

   Manevi değerleri bu yazıda yargılayacak ya da yadırgayacak değilim ancak gençler ve gençlik arasında Freudyen ve Darwinist fikirler bir akım olmaktan ziyade dönemin ruhu hâline gelmiştir. Evrimin olduğu yerde dinin yeri yoktur ancak evrim, din yerine koyulacak bir inanç değil insanın hayvan doğasını hatırlatan bir teoridir. Oysa manevi değerler, yüzyıllardır insanın bu hayvan doğasını insana unutturmaya ve bastırmaya çalışmaktadır. Bugün “rekabet”i tetikleyen en önemli neden sosyal medyanın yapısıdır. Öğrencilerin evde kaldığı bu dönemde çok daha fazla sosyal medya kullandığını hesaba kattığımızda durumun çok daha radikalleşeceği tahminini yapabiliriz. 

   İçinde bulunduğumuz neo- liberal dünya düzeni bizi bireyleştirirken aynı zamanda kurumlara bağlı kılmaktadır. En nihâyetinde Liberal sistem, varlığını devam ettirebilmek için çok az devlet otoritesini ihtiyaç duyar. Bu durumda otoritenin kendisi demek olan devlet, bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Devlet nereye ve neye, neye göre ve ne kadar karışacaktır? Çok az belirsiz bir miktardır. Bu kimlik krizi pek tabiî bireye de yansımaktadır. Birey, devletin yetki sınırını kafasında çizememekte ve oturtamamaktadır. Devlet; bu kimlik bunalımı sebebiyle sağa sola nefret söylemi yaymakta, otoritesini ve iktidarını sağlamaya çalışmaktadır. 

   Bu genç nesil, geniş imkânlara sahip ilk nesil. Bizden öncekiler imkânsızlık içerisinde imkân ararken bugünün gençleri imkân içinde imkânsızlıkla yüzleştiriliyorlar. Aileleri, baskıcı olduklarından hayatla yüzleşmemişler. Ayrıca bu nesil “yeter ki okusun” zihniyetiyle oldukça “beceriksiz” yetiştirildi. Tatlı hayalleri var ancak güçsüzler ve bu hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremeyecekler. Ve bunun farkında oldukları için de ayrı mutsuzlar. Bu nesil Serengeti’de annesinin karnından yeni doğmuş bir ceylan gibidir. Bakıldığında yaptığı iş, oldukça cesaret gerektiren bir iştir ancak fırsat olsa o, çok daha iyisini yapabilecek seviyededir. Dolayısıyla hayata atılmaya, tek başına hareket etmeye korkan bir nesilden bahsediyoruz. Başkalarına ve kurumlara muhtaç bir nesil bu ve her şeyden çok daha fazla bir rehbere ihtiyaç duymaktadır. Daha doğrusu onu hayata hazırlayacak, ona hayata tutunmayı öğretecek bir rehbere ihtiyaç duymaktadır. 

   Bu çocukların tek şansları okulda eğitim almak. Ancak okulda kendini ifade etme imkânı bulacaklar, belki psikopat annelerinden ve sorumsuz babalarının olumsuz aurasından bu şekilde kurtulacaklardır. 

   Belki gittikleri okullarda arkadaşlarından başka dünyaların da var olduğunu öğrenecek, biraz kafasını dağıtacaktır. Belki üniversite okumaya başka bir şehre gidecek, kendine bambaşka bir hayat kuracaktır. 

   Eğitimin açık ve gizil işlevlerini Ziya Selçuk’a öğretecek değiliz. Hoş, bu yazı da hiçbir şeyi değiştirmeyecek ya! Olsun, konuşmuş bulunayım. 

   Öte yandan hem öğrenciler hem de öğretmenler için birer zul olan hafta sonu kursları ve etütler, uzaktan eğitimle pekâlâ yapılabilir. Hattâ bence çok da güzel olur.