Medeniyet oluşturmanın ilk şartı yazıdır. Daha sonraysa bir eleştirel kültürün var olmasıdır. Ancak bir eleştirel kültür olduğunda yeni bir tez ortaya çıkabilir. İşte biz bu teze medeniyet adını veriyoruz.
   Bu bağlamda Batı, Doğu’yu önce anlamaya sonra da tenkit etmeye başladı.
Foucault, Doğu’nun benliğinin Batı’nın kendisini nasıl tamamladığını okuduğunda oturduğunu söyler. Bu çok akıllıca ve doğru bir sözdür. İnsanlar gibi toplumlar, milletler ve devletler de bir benliğe sahiptir.
   Batı’nın Orientalist eserlerini okuyan, çıkışa geçen Doğu dünyası kendince bir bakış açısı geliştirdi: Oksidentalizm!
   Orientalizm, kendi şartları içinde olgunlaşmış, târihsel bir zeminde mantığa uygun gelebilecek sebeplere sahiptir. 

   Ancak burada şöyle bir problem var: Orientalism’in tohumları atıldığı sırada Batı’nın Doğu’yla ilgili ciddi bir bilgi birikimi vardı. Bu bilgi birinci eldendi. Bir metodolojisi (yöntembilgisi) vardı. Oysa Doğu, Oksidentalizm’i Batı’nın Doğu hakkındaki tavrına karşı bir tepki olarak ortaya koydu. Batılılar birinci elden doğu kaynaklarıyla çalışarak Oryantilizm’i oluşturdular. Oysa Doğu, Batı’nın sosyolojik unsurlarını hâlâ tenkit edemedi. Doğu, henüz Batı’yı eleştirebilecek kültürel düzeye erişemedi.
   Ancak Doğu, bu tepki verme sürecini hemen tamamlamalıydı.  Bunun için de hazır argümanlara ihtiyacı vardı.
   İşte Doğu, Neo-Liberalizm ve Post-Truth’un da hızla yayılmasıyla bu hazır ancak bilimsel dayanaktan yoksun birçok çürük argümana “taparak” bünyesinden bir Oksidentalizm çıkardı.
   Oksidentalizm’in kökeni de şu anda bazı çevreler tarafından tartışılan bir meseledir.
    1930-40’lı yıllarda Amerika’da “The Academic Left” adıyla bir akım ortaya çıktı. O yıllarda akademik dünyada birçok tarafar toplayan bu akım, bugün Post-Truth çağda karşımıza çıkan birçok deli saçması argümanın kökenidir.
   Ülkemizde Academic-Left’in temsilcisi yok gibi görünse de akım ülkemizde sol popülizm olarak bilinerek yaygınlaşmıştır.
   Ben Oksidentalizm’in kökeninin “The Academic Left” olduğunu düşünüyorum.

   Bu “Academic Left” akımından etkilenen coğrafyacılar, coğrafî keşiflerin “keşif” olmadığını dolayısıyla burada bir kâşifin de olamayacağını söylüyorlar. Bu düşünceyi savunanlara göre bir Amerika yerlisi vardır ki bu insanlar da olduğu yeri bilmektedir. Amerika, Kolomb keşfetmeden önce de oradaymış. O hâlde bunu nesi keşifmiş. Zaten olan bir şeyi bulmak nasıl keşif olurmuş? 
    Öncelikle Coğrafî Keşifler’in bazılarını -Celâl Şengör’ün önerisine tâbi olarak- “Büyük Coğrâfî Keşifler” adıyla adlandırmak daha doğru olacaktır. Buna göre keşfi çok büyük etkilere sebep olmuş ve daha önce hiç gidilmemiş yerlere yapılan keşifler “Büyük Coğrafî Keşifler” olarak adlandırılacaktır.
   Amerika kıtasının ve Ümit Burnu’nun keşfi “Büyük Coğrafî Keşifller” sınıfına girer.

   Amerika kıtâsını keşfeden Kolomb’tur. Kolomb’un keşfi, manyetik deklinasyon ve Amerika’ya gidiş yolunun nasıl olduğudur. Kolomb; yol boyunca karşılaşılacak bütün güçlükleri yazmış, gittiği yerlerin haritasını yapmıştır. Kolomb; Marco Polo Seyahatnamesi’ni okuyarak Asya’ya gitmeyi ve yeni yerler keşfetmeyi istemiştir. Daha sonra Klaudios Ptolemaios’un haritasını incelemesi ise Kolomb’a sürekli batıya gidirse doğuya ulaşabileceğini düşündürmüştür.
   Burada Pîrî Reis’e ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Pîrî Reis’in bugün elimizde iki haritası mevcut. 1513 târihli haritası işte bu Ptolemaios haritasına dayanıyor. Ptolemaios, Bizanslı bir bilgin olup Istanbul’un Türkler tarafından fethi sırasında Avrupa’ya kaçmıştır. İşte bu harita Topkapı Sarayı’nın arşivlerinden çıkmıştır. Diğer bir harita ise -Kolomb’un kullandığı harita budur- Vatikan arşivlerindedir. Pîrî Reis, haritasının gövdesini bu haritaya dayandırmış, öğrendiği yeni bilgilerle kendi haritasını geliştirmiştir.
   Gelelim 1528 târihli haritasına. İşte burada Pîrî Reis’in büyüklüğü de ortaya çıkmaktadır. İddiaya göre Pîrî Reis, bu haritayı Portekizli denizcilerden almıştır. Işte aldığı bu harita Kolomb’un yaptığı haritadır ancak harita yanlıştır. Kolomb, keşiflere çıkmadan önce Portekiz kralının verdiği sözleri tutup tutmayacağını sınamak için krala yanlış harita verir. Zamanla bu harita Portekizli denizciler arasında yaygınlaşır. Pîrî Reis’in haritalarındaki yanlışların nedeni de budur.

   Kolomb, gittiği yerdeki zenginlikleri yerlilerden öğrenmedi, bizzat kendisi keşfetti. Çünkü Amerika yerlileri, üzerinde olduğu coğrafyayı tanımıyordu.

   Daha sonra buraya gelen Amerigo Vesbuci ise buranın Asya olmadığını söylemiştir. Hattâ bu konuda bir kıtapçık da yayımlamıştır. 1507 yılında iki Alman kartograf Martin Wardseemüller ve Matthias Ringman yeni keşfedilen yerin adını “America” olarak verir.
   Dünyanın neresinde olduğunu bilmeyen bir toplum, elbette keşfedilecektir.
   Başka konu ise ilk kez Portekizlilerin gitmediği, Arapların da gittiği düşüncesi. Gitmiş olsa bile nasıl gidildiğine dair herhangi bir kayıt yoktur. Bırakılan bir miras yoktur. Dolayısıyla keşif de yoktur.
   Büyük Coğrafî Keşifler’in sonuçlarının sizin işinize yaramamış olması onun hakkında spekülasyon üretmenizi haklı çıkarmaz. Doğu’nun tüm sancısı budur. Büyük Coğrafi Keşifler; Doğu’nun geride kalmasına, Batı’nınsa makası açmasına neden olmuştur.
    Târihi, bir yüzleşme olarak gördüğünüz taktirde elinizdeki tek argümanınız hamasetten başka bir şey olmayacaktır!

   Oksidentalizm’i ortaya çıkaran da çıkartan da Batı’dır. Sonuçta bu düşünce sistemi, önce Batı’da ortaya çıkmış, Doğulular da bunu okuyup kabul etmiş ve kendine göre yorumlamıştır. 

   Sonuçta Batı akademisinden çıkan bu Oksidentalizm; Doğu’nun, Batı’nın birikiminden yararlanmasını engelleyen en önemli engeldir.