Fenerbahçe; sezon başından beri savunma çizgisini orta saha çizgisi olarak benimseyen, yetenekli oyunculardan müteşekkil kadrosuyla bireysel becerilere dayalı bir futbol oynayan, kanatları, oyun içindeki rolüyle beklerini aktif olarak kullanabilen, dominant bir oyun anlayışına sahip. 

İç saha veya deplasman fark etmeksizin Fenerbahçe, savunma çizgisini öne çıkarıp genellikle ikinci bölgede kora kor bir mücadele veriyor. Bunda elbette zorunlulukların ve tercihlerin de etkisi var. Arao’nun ofansif yanı hemen hemen hiç yok. Crespo’nun ise çoğu zaman defansif yanı daha ağır basıyor. Zajc, bu rol için fazla yumuşak kaçar ki zaten hocanın planları arasında Zajc’ın olmadığı belli. Buna Jesus’un kendi içinde mi çözüm üreteceği yoksa dışarıdan mı bir çözüm getireceğini öngörmek zor. 

3. bölgeye geçişler ise Batshuayi’nin merkeze gelerek Fenerbahçe’nin merkezde çoğalmasıyla sağa veya sola atılacak bir ters topla veya savunmadan 3. bölgeye gönderilen uzun toplarla yapılıyor. Burada Ferdi’nin bir sol iç gibi konumlanması onun çok daha rahat hareket etmesine neden oluyor. Osayi ise genellikle geride konuşlanıp driplingle topu üçüncü bölgeye götürmeyi tercih ediyor. 

Fenerbahçe, kompleks bir oyun planına sahip değil. Ancak birkaç isim dışında net bir 11’lerinin olmaması onların tahmin edilirliğini düşürüyor. Jesus farklı oyuncuları farklı rollerde kullanmayı seven, oyun içerisinde yaptığı basit ama net değişiklerle de maçın gidişatını her an değiştirebilecek bir felsefesi var. 

Jesus’un formasyon konusunda da esnek olduğunu görüyoruz. Whoscored verilerine göre bu zamana kadar 7 farklı formasyon denemiş. Jesus’un oyun anlayışında formasyondan daha çok sahaya nasıl yayınıldığı önemli. Ki bunu bu maçın analizinde de göreceğiz. 

Savunma ve hücumun şartları belirli ölçülerde net olmakla birlikte bunu sağlamak, oyuncuların kendi becerisine kalmış durumda. Futbolcu, anlık bir dikkat dağınıklığıyla ofsaytı bozabilir. Bunun ne kadar hata olduğunu daha önce tartışmıştım ama Jesus’un anlayışına göre ihale, burada savunmacıya çıkmaktadır. Ama asıl yük, her zaman hücum oyuncularındadır. Çünkü kazanmak için gol atmak gerekir. 

Gol yollarında da çeşitliliğe sahip bir takım Fenerbahçe. Uzun savunmacılara sahip olmaları, onları duran toplarda bir adım öne çıkarıyor ancak çağdaş oyunda bu boy uzunluğunun eskisi gibi önem taşımadığını da vurgulayalım. Fenerbahçe, topu ileride tuttuğuna oranla az ceza sahasına giren, ceza sahasında pozisyon üretmekte zorlanan ama bitiricilik konusunda iyi bir takım. Fazla ceza sahasına girmeleri onlara penaltı golü olarak getiri sağlamış. 

Elbette ileride hareketli oyuncularla oynamanın eksi ve artıları var. Bunlardan ilki Batshuayi dışındaki futbolcuların takım savunmasına yeterli katkıyı sunamamaları. Valencia da dahil Fenerbahçe’nin elinde bir ceza sahası golcüsü yok. İlerleyen zamanlarda rakipler, Fenerbahçe’ye karşı daha özel önlemler alacak ve bu durumda hızlı ve savruk oyuncularla oynamak, bir eksi olacak. 

Boşuna “Top medyası cin gibidir. Hiç o toplara girmez.” demiyorlar. Türkiye’deki sistemsel bazı problemlerden ötürü televizyonda ve sosyal medyanın büyük bir bölümünde doğru bilgiye ulaşmak mümkün değil. 

Doğru bilgi sunma iddiasındaki birçok oluşumun da ne kadar tarafsız kaldığı büyük bir soru işaretidir. 

Dolayısıyla “Kazanan her zaman haklı olmakta ve kaybeden yanılmakta veya yanıltılmaktadır.” Futbol medyası anlık şekillenir. Çünkü futbol, elitlerin ve aristokratların değil eğitimsiz ve kenar mahallelerin oyunudur. Statükoya göre bu insanlar basittir ve öyle kalmalıdır. Bu, Pierre Loti’nin Batılılaştığı için Türkiye’yi eleştirmesi gibi bir şeydir. Son yıllarda futbol, çok komplike ve sofistike bir oyuna dönüştü. İlginç bir şekilde kenar mahallelerin oyunu olan futbol, kendi elitini yaratmayı başardı. Artık Kant’ın, Hegel’in, Marx’ın eserlerine atıf yapan, hatta onlarla at koşturan futbol metinlerine rastlamak mümkün. 

Fenerbahçe hâlâ harcanılan para ve oyunun talep ettikleri karşılaştırıldığında istendik seviyeye ulaşabilmiş değil. Örneğin beklerinden, merkez orta sahalarından ve 10 numaralarından yeterince skor katkısı alamadı. Oynanan dikine oyun ve tempo göz önüne alındığında Fenerbahçe’nin gol pozisyonuna çok az girdiğini ancak girdiği pozisyonları değerlendirmekte zorlanmadığını görüyoruz. Yani oldukça ofansif oynadığı söylenen Fenerbahçe’nin ofansif verileri, bu oyunu sürdürebilecek seviyede değil. 

Bu anlayışın yerleşmesi elbette zaman alacaktır ancak sorun, medyanın Fenerbahçe’yi ve Jesus’u olmadığı biri gibi anlatıp beklentiyi arş-ı âlâya çıkarmasıdır. 

Fenerbahçe, hücumda görüldüğü üzere 4-3-3, savunmadaysa 5-3-2 şeklinde dizildi. Fenerbahçe’de oyun, sol içte Ferdi ile kurulmaya çalışıldı. Bayshuayi’nin orta yuvarlağa gelmesiyle Trabzonspor’a karşı 4v3 üstünlük kurulmaya çalışıldı. İrfan’ın half-space’e konumlanmasıyla Osayi, önünde geniş bir hareket alanına sahip oldu. Ama buna karşı Eren’in orta saha çizgsine kadar gelip Osayi’yi kısıtladığını görüyoruz. Bu durumda Trezeguet’nin Osayi ile 1v1 eşleştiğini ve Osayi’nin aslında 2v1 ile savunmaya hapsedildiğine şahit oluyoruz. Oyunun sola yıkılması ise tam da Trabzonspor’un arzu ettiği şey. Bu durumda Visča serbestiyet kazanacak, Ömür ve Bakasetas, daha öne çıkacak, Gomez savunmanın kafasını karıştıracak ve Trabzonspor gol pozisyonuna girecek. Orta sahada 3v3 eşleşen Trabzonspor’da bu kez önünde hareket bulan oyuncu sağ tarafta Larsen oldu. Özellikle Fenerbahçe’nin çıkarken yaptığı top kayıpları, Ferdi’nin orijinal mevkisine geçmekte gecikmesi Trabzonspor sağ tarafının işlemesine sebep oldu. 

Oyuna sağ taraftan genişlik kazandıramayan Fenerbahçe’de Arao ve Crespo rol çatışması yaşayınca burada Crespo kendini biraz daha ileri çıkmak zorunda hissetti. Ancak bu da sürekli pres halinde olan Abdülkadir Ömür tehlikesine karşı orta sahayı Trabzonspor’a vermek demekti. Crespo’nun ofansif üretkenliğinin  normalden de az olması oyunun hakimiyetini Trabzonspor’a veriyordu. 

Fenerbahçe’nin 5-3-2 kapanma planından da bahsedelim. Jesus, Larsen’in merkez bek olması dolayısıyla sol içte konumlanan Ferdi’nin defansif ankamda bir sorun teşkil etmeyeceğini düşünmüş olmalı. Ancak bu durumda Larsen, çizgiye inmekte hiç tereddüt etmedi. Bu da Fenerbahçe hanesine eksi olarak yansıdı. Irfan’ın orta sahayı üçlemesiyle King ve Batshuayi de Hugo ve Bartra ile baş başa kalmış oluyordu. Temaslı oyunda zayıf Bartra ve Larsen tarafına atılacak uzun toplar, Fenerbahçe için gol pozisyonu anlamına gelebilirdi. Trabzonspor’un hücumda top kaybı yaptıktan sonra hızlı alan kapatması ve tabii ki Abdülkadir Ömür’ün çalışkanlığı da bu planı bozmuş oldu. 

Yukarıdaki ısı haritası beklerin kullanımını çok daha iyi gösteriyor. Larsen’in sağ koridorda daha rahat bir hareket alanı bulduğu, Eren’in ise daha defansif bir görevde sol bölgeyi savunduğu açıkça görülüyor. 

Ben açıkçası Jesus’tan çok daha cesur bir başlangıç planı beklerdim. Her ne olursa olsun Jesus, Trabzonspor’un potansiyelinin farkındaydı. Mücadele başlanıldığı planla sona erdi. Bu da tekdüze bir maç seyretmemize neden oldu. Eğer Jesus, taktiksel anlamda Avcı’ya cevap verebilseydi başka bir maç izleyebilirdik. 

Trabzonspor’un 18 şutuna karşılık Fenerbahçe 8 şut atabilmiş ve isabet sağlayamamış. Trabzonspor %75, Fenerbahçe ise %73 pas isabet oranı sağlamış. Trabzonspor’un pas isabet oranının düşüklüğünü fazla uzun top denemesine yorabilirken Fenerbahçe’nin pas oranının düşüklüğünü çıkarken yaparken top kayıplarına bağlayabiliriz. Bunun da en önemli iki nedeni asenkron hareket etme ve sahaya yayılmada yaşanan sorunlardı. Ancak asıl belirleyici olan istatistik, 34’e 15 ile ev sahibi lehine olan top kapmaydı. 

Trabzonspor, her ne kadar pas isabet oranını düşürmüş gibi görünse de hem öne çıkan savunmanın bugı olduğundan hem de topun oyunun ağırlık merkezinden uzaklaşması açısından önemliydi. Çünkü Arao ve Crespo merkez hattına ve savunmanın öne çıkmasıyla merkezde kalabalıklaşan takıma karşı inatla merkez hücumları denemek intihar etmek demek olurdu. 

Maçın adamı 8.6 rating ile Bartra seçilmiş. Yukarıda görülen üç ofsaytı da yaptıran Bartra ve Hugo arasındaki uyumdu. Larsen, arkasında sert bir savunmacıyla oynadığında iyi bir merkez/hücum bekine dönüşebilir. Ancak Bartra da temassız oyunu sevdiğinden yanında sert bir beke ihtiyaç duyuyor. Maç boyunca Fenerbahçe bu açığı kullanmaya çalıştı. Zaman zaman başarılı olduysa da tehlikeli bir pozisyon üretemedi. 

Karşılaşmada görüntülü analiz yapılacak ciddi bir pozisyon gelişmedi. Var olan pozisyonlar da eskinin benzeri olduğundan tekrara düşmemek adına bu bölümü geçiyorum. 

Sahada 90 dakika boyunca oyun planına sadık kalmaya çalışan bir Trabzonspor vardı. Belli ki millî ara Trabzonspor’a yaramış. Eksikler, yanlışlar elbette olacak ama meseleye özveriyle yaklaşan oyuncu grubu olduğu sürece bu sorun değil. Bazı oyunculardaki değişim takdire şâyandı. Özellikle Ömür’ün fizik mücadeleye dayanan oyunu, oyunu daha dikine ve seri oynayışı mest etti. Yay çevresinde oynatılmadığı için sürekli eleştirilen ve komple bir orta sahaya dönüşemeyeceği söylenilen Bakasetas, muhteşemdi. Yalnızca biraz daha çevik olması gerekiyor. Maxi Gomez’in topsuz oyunda yaptıkları yine çok değerliydi. Trezeguet, artık topla polemiğe giren oyuncu rolünden sıyrılmış durumda. Ki bu Trezeguet’nin kariyeri boyunca sorunu olmuştu. Visča’nın fizik eksikliği biraz sorun yarattı ama oyuna getirdiği akıl, bu oyunun ortaya çıkmasındaki en büyük etkendi. 

Trabzonspor yalnızca bir maç kazandı, fazlası değil. Yalnızca kritik önemi haiz bir maçtı, o kadar. Bundan sonrası için bir oyun kültürünün oluşacağını söyleyebiliriz. O kritik eşiğin aşıldığını düşünüyorum. Ama bundan da zoru bu oyunu sürdürmek olacak. 

Trabzonspor, şehirle birlikte bütünleşebilirse yeniden şampiyonluğun en büyük adayı olabilir. Özellikle içeride çekinilecek bir takım hâline geldi Trabzonspor. Önceki yıllarda iyi bir deplasman takımı görüntüsündeki Trabzonspor, Avcı’yla birlikte o arzu edilen bütünleşmeyi sağlamayı başardı. 

Yalnızca gerginliğe mahal vermeden ânın tadını çıkarmak gerek. Futbol, sonunda sakin kalabilenin kazandığı bir oyundur. Hayat da öyle değil midir? Sakin kalamazsan kaybedersin. Evet, kaybedersin…