1. Üniversite, Bir Meslek Edindirme Yeri Midir?

Dövizin saniye saniye tırmandığı, ekonomik krizin içinden çıkılmaz bir boyuta ulaştığı, işsizliğin tavan yaptığı bir dönemde bir siyasî, katıldığı programdaki konuşmasında üniversitenin, “meslek edindirme” yeri olmadığını söyledi. 

Önce yüksekokul ve üniversite kavramlarını ayıralım. Üniversite, universal, yani evrensel kelimesinden gelir. Üniversitenin hedefi, aydın kimseler yetiştirmektir. Üniversiteden her mezun olan aydın bir kimse olmasa da aydın olmak için üniversite eğitimi almak şarttır. Çünkü üniversite, öğrencilerine kritik düşünebilme becerisini kazandırır. 

Yoksa üniversitenin meslek edindirdiği yoktur. Meslek, esasen meslek liselerinde de yüksekokullarda da öğrenilmez. Bu okulların yaptığı tek şey, meslek edindirmeye yönlendirmektir. Eleştirel düşünme, önemli bir beceri olmakla birlikte düşünmenin son aşaması değildir. Yaratıcı düşünemeyen bir beyin, eleştirdiği yanlışlık içinde hapsolur. 

Meslek öğrenme, hayata atılmaktır. Hayata atılmak da kişinin kendi becerisine kalmıştır. Hiçbir okul veya hiçbir kurum, “bir meslek” garantörü olamaz.

2. Doğu’da ve Batı’da Üniversiteler

1980’lerde tarımda makineleşme ve sanayide robotlaşmayla birlikte hizmet sektörü hızla büyüdü. Böylelikle hizmet sektöründe bir istihdam açığı oluştu.. Bununla birlikte emek ve iş gücü hor görülmeye başlandı. Bundan sonra herkes hizmet sektörünün genişlemesinden doğan refahtan bir pay almaya çabaladı. Çocuklar yalnızca hizmet sektöründe çalışabilecek seviyede yetiştirildi. Hayattan uzak tutuldu. Bununla birlikte eğitimin bir sektör hâline geldiğine de şahit olduk.

Ancak bütün bu gelişmeler, tarımda makinleşme ve sanayide robotlaşmayla birlikte mümkün oldu. Oysa Türkiye gibi üçüncü dünya ülkeleri, bırakınız makineleşme ve robotlaşmayı henüz tam anlamıyla sanayileşmesini bile tamamlayamamıştı. Bugünden baktığımızda o dönemki refahın, bir gün tam tersi bir yoksulluğa sebep olacağını söylememek ne kadar basit gibi görünse de bunu o dönemde de öngörmek çok zor değildi. Üstelik bunun ilk sinyalini 2009 krizinde almış olmamıza rağmen…

İlerlemenin çok hızlı olduğu bu dönemde sınıflar oldukça hızlı bir şekilde teknolojiyle tanışırken kültür alanında yavan kalan gelişme, “kültürel gecikme“ye sebep oluyordu. Bu yüzden bugünün eşyaya verilen kıymetini Pozitivizm ya da Modernizm’de değil devletlerin sebep olduğu kültürel gecikmede aramanın daha doğru olduğu düşüncesindeyim. Çünkü bugün yalnızca gözle görünür olana kıymet verme gibi bir Pozitivizm’le karşı karşıya değiliz. Bugün gözle görünür şeylerin arkasındaki şeylerin ifade ettiklerine kıymet verilen bir dünyada yaşıyoruz. Sosyal medya kullanımının gelişmemiş ülkelerde daha çok olmasının nedeni de burada saklıdır. 

Gelişmiş ülkelerde üniversiteler özerk kurumlardır. Çoğu gelişmiş ülke de 21. yüzyıla kadar üniversiteleşmesini neredeyse tamamlamıştı. Batı’da bir ihtiyaçtan ortaya çıkan üniversiteler, gelişmemiş ülkelerde refah isteğinden ortaya çıkıyordu. Batı’da kütüphaneler etrafında gelişen üniversite, Doğu’da hizmet sektörü ile ilişkilendirilip önce büyükşehirlerde, daha sonra ise siyasî kaygılarla memleketin dört bir tarafına yayılıyordu.

3. Bilimsel Gelenek Nedir?

Üniversiteler, kilisenin sekülerleşmesiyle ortaya çıkmıştı. Bu kurumsallaşmanın temellerinin yüzyıllar öncesine gitmesi, çağın gereklerini karşılama konusunda sorun yaratıyordu. Bu yüzden Avrupa, kurumsallaşmayı sorgulamaya başlamıştı. Oysa gelişmemiş ülkeler önce bu kurumsallaşmayı kıskanmış, daha sonra ise bilimsel düşünme alt yapısı olmayan kimseler tarafından cephe alınmıştır. Dolayısıyla gelişmemiş ülkeler henüz tam olarak kurumsallaşmadan kurumlarını kaybetmiştir. Kurumların yıkılırken toplumda olan çöküntü de gelişmemiş ülkeler ile gelişmiş ülkeler arasındaki uçurumu artırmıştır. 

Burada ayrıca bir de “bilimsel gelenek” kavramına değinmemiz gerekecek. Bilimsel gelenek, bir kurumun bir araştırma yöntemini veya bulguyu benimsemesi ve bunun üzerine çalışmalar yapması anlamına gelir. Bu sayede o bilimsel düşünce kuşaktan kuşağa aktarılır ve yeni araştırmaların yapılmasına zemin hazırlar. Ülkemizde Türkoloji’de İstanbul- Ankara ekolü tartışması buna örnek verilebilir. Bu, kurumsallaşmanın getirdiği bir şeydir. Üniversiteleri birbiriyle rekabet etmeye ve sürekli araştırma yapmaya yönelttiği gibi aynı zamanda tutuculuğa da sebep olmaktadır. Esasen Avrupalıların da kurumsallaşmayı sorgulamasının en önemli nedeni tutuculaşmadır. Bu tutuculuk sebebiyle dünya tarihini etkileyen pek çok buluş, akademi dışından kimseler tarafından icat olunmuştur.

4. Shelby FOOTE: “Üniversite, Kütüphane Etrafında Çöreklenmiş Binalardan İbarettir.”

Üniversite, meslek kazandırmaz. Üniversite, universal düşüncenin kazanılacağı yerdir. Universal düşünce de ancak üniversite kütüphanesinde geçirilecek zamanla kazanılır.

Kütüphane; başlı başlına bir yüksek kültürken üniversite kütüphanesi bir “üniversite öğrencisinin” dünyaya açıldığı, dünya fikirleriyle tanıştığı, dünyaya merhaba dediği penceresidir. Bu anlamda kütüphane, öğrenci için kültürlenmesini gerçekleştirdiği yerdir. 

O hâlde bir üniversite öğrencisinin okulu, kütüphanesi olmalıdır. Akademisyen burada ancak bir rehber görevi görür. Bir üniversitenin imkânı, o üniversitenin kütüphanesinin imkânlarıyla sınırlıdır. Aynı zamanda üniversitenin kalitesini belirleyen de budur. 

Ülkemizde bir üniversite mi vardır da üniversitelerin online eğitime geçmesi problem teşkil etsin! Ancak online eğitim, eğitim dışındaki her şey için problem teşkil etmektedir. Öğrencilerin amfide oturmak için bile hazırbulunuşluluğunun olmadığı, üniversitenin bir kültür sunamadığı gibi pek çok alt kültürün çatışma alanına dönen bir kampüs hayatına kütüphanenin egemen olması zaten beklenemez. Eğer bizler Türkçe yazıp çizenler olarak bir kitap kültürü oluşturabilmiş olsaydık üniversiteler zaten bir çatışma alanına dönmezdi. 80 öncesinde sağın ve solun birbiriyle restleştiği bir arena olan üniversiteler bugün sözde modernlerin ve sözde gelenekçilerin kaçak dövüşme alanına dönmüş. Oysa üniversite, aileden uzak olmak için veya kendi tarikatine mürit bulmak için ne yanlış bir ortam!

Birçok gencin üniversiteli olması gibi üniversitelerin online eğitime geçmesi de siyasî bir karardır. Tarafımızca ikisi de yanlıştır. Ülkemizin gençleri meslek edinebilse, üniversiteye gitmeye, yani hayata atılmayı ve askerliğe gitmeyi ötelemeyi, bu kadar hevesli olmazdı. Eğer köklü liselerin kültürleri muhafaza edilebilse ve sınavların bir eleyiciliği olsa üniversite, elini kolunu sallayanın gidebildiği bir yer hâline gelmeyecek ve öğrenciler de bütçeye bu kadar masraf olmayacaktı. Dolayısıyla az kişiye verilen eğitim daha kaliteli olacak, aydın kimseler yetişecek, depreme dayanıklı binalar yapılacak, belki yurt açılacağı yerde bu tür zor durumlarda insanların barınabileceği misafirhaneler yapılabilecekti

Yanlış o kadar çok ki bu durumda meselenin bir yerinden tutup bir yanlışı düzeltmek için çabalamak, yanlışlardan daha büyük yanlış olur. Bugüne kadar apolitik kalanların, sesini çıkarmayanların bugün sesini çıkarma zahmetine girmesi de ayrıca düşündürücüdür. Bu kimselerin dertleri ne eğitim ne özgürlük ne de denetimsizliğin yol açtığı bu büyük felâkettir

Sonuç

Dolayısıyla bugün bizim gibi gelişmemiş ülkeler için üniversite kavramını yeniden düşünmek lazımdır. Ülkemizde modernizm karşıtlarının yaptığı gibi üniversiteleri dinî kurumları örnek alarak tekrar geliştirmek, güya bir medrese kültürü oluşturmak da meselenin yanlış anlaşıldığının göstergesidir. 

Üniversitelerin hayattan kopuk olmalarının nedeni, YÖK’e bağlı siyasî kuruluşlar hâline dönmeleridir. Akademisyenlerin devlet memuru kimlikleri, üniversiteyi hayatın dışına itmektedir. Toplumun akademisyenlerden uzak kalması da şarlatanların ve şarlatanlığı bir ideoloji hâline getirenlerin işine gelmektedir. Toplum, bu yüzden bilimden ve bilim adamlarından uzak kalmakta; bu da bilimin mürşitliğini engellemektedir. İşte bir toplum, istikâmetini ancak bu şekilde kaybeder. YÖK‘ün olduğu bir toplumda akademisyenlik, “makale yazma memurluğu” olarak görülür. Hiçbir şey üretemeyen, hayattan kopuk akademisyenler toplum önünde küçük düşürülmüş olur. Bu da bilimin itibarını zedelemiş olur. Akademisyen, yalnızca eleştiren değil eleştirdiği şeye aksiyon almasını bilen kişidir de.

Bugün başta baraj puanının kaldırılması gibi üniversitelerin çok ciddi problemleri bulunmaktadır. Ancak üniversitelerin bağımsız bir kurum olduğu ve üniversite okumanın siyasî bir lütuf değil kazanılmış bir hak olduğu ülkede böyle kararlar söz konusu olamaz. 

Önce akıllı olalım, daha sonra sorunu “kökten” çözelim. Çünkü bu soruna “köktenciler” neden olmuştur.