1. Futbol, Hayatın Neresinde?

Başka hiçbir spor dalında kulüplerin ekonomisi milyon euro ile ölçülecek kadar değil. Hatta pek az prestijli iş bile futbolcuların 10’da 1’i kadar bir kazancı ancak kazanır.

Üstelik bu, yalnızca erkeklerin oynadığı hani şu büyük, yeşil sahalarda oynanan futbol için geçerli.

Kadınlar da futbol oynuyor ama ne konuşan ne de haber yapan var.

Futbol, salonda da oynanıyor. Yine ilgi yok.

Birkaç yıl önce erkek ampute futbolunda Avrupa şampiyonu oldu Türkiye. Havaalanında küçük bir kutlamayla yetinildi, o kadar.

Basketbolda, voleybolda, boksta, güreşte kazanılan başarılar var. Kimin kazanılan bir set için veya atılan bir sayı için sokaklara döküldüğü görülmüş?

Kimseyi sporun yalnızca bir dalı ile ilgilendiği için, hele de yalnızca futbolla ilgilendiği için suçlamayı da doğru bulmuyorum.

Bir kere futbol en ilkel sporlardan biridir. İnsana çok tanıdık gelen deneyimlerini hatırlatır. Ayrıca diğer sporlara göre oynanması da izlenmesi de üzerine konuşulması da kolaydır.

Çoğumuz bir futbol takımını tutuyoruz. Bir kısmımız tuttuğumuz futbol takımını destekliyor, bir kısmımız da desteklediğimiz futbol takımının âdeta muhafızı kesiliyoruz.

Turizm gibi futbol için de “bacasız sanayi” desek yanlış olmaz. Birçok ülkenin ekonomisi futbol sayesinde ayakta. Arap sermayesi olmasa bugün kıta futbolu ne durumda olurdu acaba? Yahudi sermayesi olmasa Ajax olur muydu? Cruyff‘u tanır mıydık mesela? Total futbolu konuşabiir miydik? Futbol, profesyonel bir spordur. ve büyük bir ekonomiye sahiptir.

2. Futbolun Büyüsü Nereden Geliyor?

Futbolun geçmişi de epeyi eskidir. Tarihte birçok kavmin topu tekmeleyerek bir oyun oynadıkları bilinmektedir.

Çocukluk günlerini futbol oynayarak geçiren kişi, kendisine bir alışkanlık bazen de tutku kazanmış olur. Bu spora biraz da olsa âşina olanlar, çocukluk günlerine duyduğu özlemle futbolun içinde olmaya çalışır. O günler sabahtan akşama kadar futbol oynandığı dertsiz, tasasız günlerdir. Şimdiyse hayata karışılmış, sorumluluk alınmış, o çocuksu masumiyet yitirilmiştir. Bir diğer yandan o dertsiz tasasız günler bir alışkanlık da bırakmıştır. Ancak şimdilerde o fizik gücünden eser kalmamıştır. Ayrıca hayatın yoğunluğundan futbola zaman da kalmamıştır.

Tabii futbolu takip için bir neden de bulunmalıdır. Çocukluk yıllarında saf bir sevgiyle bağlanılan futbol takımı pek az istisna dışında kişinin âhir ömründe de yer edinmeye başlar.

3. Başka Hangi Güç Binlerce İnsanı Bir Araya Toplayabilir?

Ulus, mekanik bir oluşumdur. Zorunluluktan ortaya çıkmıştır. Coğrafi keşifler, Renéisaince ve Réform hareketlerinden sonra itibarı sarsılan Hırıstiyanlığın yerine insan yığınlarını bir arada tutacak bir güce ihtiyaç duyuldu. Böylelikle ayırt ediciliğin din yerine dil olduğu ulus kavramı ortaya çıktı.

Ulusu bir arada tutacak olan ideolojiydi.. İdeoloji de modern dünyanın bir ürünüydü. Daha önce hâkim sınıfın kendi konumunu korumak için elinde bir aygıt hâline gelen ideoloji, Fransız devrimiyle birlikte tabana inmiş oldu. Böylelikle ideoloji, hayatı anlamak için kullandığımız kalıp düşünceler hâline geldi. Ideoloji, bir din olmasa da yeni dünyada dinin yerini almıştır.

Nietzsche’nin “Tanrı öldü.” sözü de bu durum dolayısıyladır. Tanrı’yı öldüren Fransız İhtilâli ve Modernizm olmuştur.

İdeoloji, seküler düşüncenin kendisidir.

Ulusçuluk işte bu minvalde ortaya çıktı. Milletler arasında -Arapça anlamıyla- yüzyıllardır süregelen bir bağ vardı. Bu bağ organikti. Ancak Hıristiyanlık, bilim duvarına tosladı.

Ulusu bir arada tutmak zor bir işti. Çünkü önceden belirlenmiş bir kuralı yoktu. Ulus inşası için kriterler gerekliydi. Her önüne gelen ulus olamamalıydı. Bu sebepten tarih ve dil araştırmaları ön plana çıktı. Dil, ulus olmanın ilk şartı idi. Kendi dili olan topluluklar kendine has bir ulus oluşturabilecekti. Ikinci kıstas ise tarihti. Tarihe bakılarak dost olanlar ama özellikle düşmanlar tanınacaktı.

4. Taraftarlık, Mekanik Bir Dayanışmadır

Tarih, dayanışmanın sağlanması için son derece önemliydi. Buna göre tarihsel varoluşunda her ulus kendini kahraman ilan edecekti. Geriye kalan uluslarsa her zaman işgâlci, zorba ve hain olacaktı.

Futbol takımları da ulus devlet gibidir. Tutanların, destekçi; destekçilerin de fanatik olması için çeşitli iletişim araçlarıyla kendi takımı ve taraftarları iyi, rakip takımların taraftarları ise kötü olarak kodlanır. Kulüplerin de bir târihi vardır. Bu târihte iyi, fedakâr futbolcular olduğu gibi kötü ve hain futbolcular da vardır.

Taraftarlar, takımlarına olduğu gibi birbirlerine de sıkı sıkıya bağlıdırlar. Mantık dışı ancak ikna gücü yüksek sloganlar ve tezahüratlarla aradaki bu bağ sağlamlaştırılmaya çalışılır. Zaten bir takımı destekliyor olmanın rasyonel hiçbir sebebi yoktur.

5. Mekanik Dayanışmanın Koruyucu Meleği(!): Medya

Yine medya bilerek veya bilmeyerek bu tartışmaların hoş görülmesini, bunun futbolun içinde olduğunu söyler. Oysa fesatlama diyebileceğimiz bu davranış hiç de doğal değildir. Medya bu tartışmaları destekler görünür çünkü medyanın ayakta kalabilmesinin tek yolu bu mekanik dayanışmanın devamından geçer. Her polemik bir haber, her haber de paradır. Polemik olmaması, futbolun konuşulmaması, futbolun konuşulmaması ise büyük bir kesmin işsiz kalması demektir.

Son yıllarda medya sektörünün büyümesine karşılık reklamcılık sektörü de aynı oranda büyümüş değildir. Bu sebepten istihdamı artan medya sektörü, aynı pastayı bölüşmek zorundadır. Bu da medya mensuplarının baskı altında kalmasına sebep olmaktadır. Getirinin nitelikle değil nicelikle ölçülüyor oluşu, kitlelerin henüz böyle bir devrime hazır olmadığının göstergesidir.

6. Futbol, Modern Dünyanın Gladyatör Dövüşüdür

Modern dünyanın boşluğu içerisinde futbol, Roma’daki gladyatör dövüşlerinin yerini tutar. Sahada kanının son damlasına kadar mücadele etmesi gereken, mümkünse karın tokluğuna “arma” için oynaması gereken 22 sporcu vardır. 

Mekanik dayanışmanın mikro anlamda temsili olan takım tutmak da bu hastalıklı çağın hastalıklı bir düşüncesidir.

7. Peki, Biz Ne Yapabiliriz?

Durum tespiti yapmak kolay. Herkes üç aşağı beş yukarı bu yazının genelinde yazılanlardan bahsedecektir. Pekiyi, bizim elimizden bir şey gelir mi?

A. Futbolun Bir Spor Branşı Olduğunu Unutmamamız Gerek

Birincisi, spor sevgisini ve felsefesini tabana yaymak zorundayız. Sporla iç içe bir yaşam tasarlamak zorundayız. Bunun için de önce çalışma saatlerini düzenlemek zorundayız. Bir hayat düşünün ki bütün özgürlükleri elinden alınmış, tek eğlencesi uykusundan veya başkalarına ayıracağı vakitten feragat ederek futbol izlemek olmuş. O da fırsat bulabilirse… Bu adamın izlediği şey, hiç şüphesiz futbol değil kendisi gibi insanlardan çalınan milyonlarca euronun sahada bir gösteri sergilemesi olacaktır. Futbolun bugün hitap ettiği kitle, işten arta kalan zamanlarda reels videoları izleyen ve kötü alışkanlıklarla kendini avutmaya çalışan bir profile sahiptir. Bu insanlara sporun bir erdem olduğunu nasıl anlatabilirsin? Bu insanların, yani tabanın, sporla buluşmasını nasıl sağlayabilirsin?

B. Oyunu Anlamak: Futbol, Bir Oyundur

Rakibim, benim dostumdur. Çünkü rakibim, aynı zamanda benim aynamdır. Rakibimin başarılı olmasını isterim çünkü ben sporu, kendimi zorlamak ve başarılı olmak için yaparım. Ancak bu, rakibimi desteklediğim anlamına gelmez. Sporda başarının sırrı, sporun hazzına erebilmekten geçer. Bunun için de bütün kirli ellerin sporun üzerinden çekilmesi gerekmektedir. Doğru rekabet olgusu, bizi güçlendirir. Ancak başkasının güçsüzlüğü üzerinden güç devşirmeye çalışmak, rekabet degil kan emiciliktir.

Rakip olmak da rekabet etmek de kazanmak da kaybetmek de sporun doğası gereğidir. İnsan, saygıdeğerdir. Rakibe saygının koşulu olmaz. Kazanan için de kaybeden için de müsabakadan çıkarılacak dersler vardır. Oyun, hayatın kendisi değil hayata alternatif bir gerçekliktir. Oyun, kendi gerçekliğini kendisi yaratır. Bu yüzden futbolun hayatî oluşu ölüm kalım meselesi olmasından değil yaşama yakın olmasından gelir. Futbolu, içinde kendimizden bir şeyler bulduğumuz için bu kadar çok severiz.

C. Hayat, Fena Hâlde Futbola Benzer

Futbol, bilindiği gibi İngiltere’nin fakir çocukları arasında okulda ortaya çıkmıştır. Amaç, varoş çocukların futbolla oyalanıp zenginlerin işine karışmasının önüne geçmekti. Futbol, okullardan fakir mahallere sıçramış ve işçiler arasında gelişmişti. Bu yüzden ilk kulüpler genellikle işçi kulüpleridir. Ancak daha sonra zenginlerin de ilgisini çeken futbol, profesyonelleşmeye ve ardından hızla profanlaşmaya başlamıştır. Kapitalizm bir çığ gibi büyüdükçe insanın para kazanma hırsı da büyüyecektir.

Bir futbolcu için futbol, çok yatırım yapılan ve bunun karşılığında insan hayatının çok kısa bir bölümünde para kazandıran bir meslektir. Ağır sakatlıklar ve kısa süreli denilebilecek sözleşmeler de futbolcunun meslek hayatını tehdit etmektedir.

D. Bugünün Antrenörleri, Çağının Dede Korkut’u Olmalıdır

Giray Bulak, millî takım antrenörlüğünün akademisyenlik gerektirdiğini söylemişti. Ben bunu antrenörlüğün akademisyenlik gerektirdiği şeklinde genişletiyorum. Ancak akademisyenlik unvâna sıkıştırılacak bir kavram değildir. Bugünün antrenörlerinin, antrene etmekten çok daha büyük görevleri var. Futbol, mademki ülke nüfusunun yarısını ilgilendirecek bir mesele hâline gelmiştir, o hâlde antrenörlerin sosyal olaylara kayıtsız kalması beklenemez. Bugünün antrenörleri çağının Dede Korkut’u olmalıdır, olmak zorundadır. Sosyal meselelerin düzeltecek olanlar, bir değişimin ateşini çakacak olanlar antrenörlerdir.

Çağın antrenörü, bilge lider olmalıdır. Gerektiğinde kitleleri karşısına almayı bilmelidir. Tabanın taleplerini görmezden gelen veya sömüren değil tabanın taleplerini dikkate alan ve bunları makul bir şekilde karşılamaya çalışan olmalıdır.

E. Futbol, Dönüştürücü Olmalıdır

İşlevini yitirmiş akıl hastanesi, ıslahevi, cezaevi gibi kurumlar yerine stadyumlar ve spor tesisleri ikame edilmelidir. Bu yüzden stadyumlar ve spor tesisleri, yerleşim yerlerinin dışına değil tam göbeğine yapılmalıdır. O anlık alınacak rant, insan sağlığından ve devletin hiçbir işe yaramayan kurumlara tonlarca para harcamasından daha önemli değildir. Sporun bilincine erişmiş ve sporu bir yaşam tarzı olarak kabul etmiş toplumlarda hapishane gibi bir kuruma ihtiyaç duyulmayacak ve sağlık hizmetlerine olan talep azalacaktır.

Sonuç

Günümüz futbolu insandan uzaklaşmıştır. Dolayısıyla futbol, bir uyku âleti, stadyumlar da -Franco’nun deyimiyle- beşiklere dönüşmüştür. Oysa futbol, hayattan projeksiyonlar gösterir ve hayata projeksiyonlar tutar. O hâlde dönüşüm, en çok futbolda olmalı ve futboldan başlamalıdır. Bunun için de iktidarın, elini futbolun üzerinden çekmesi şarttır. İktidar, kendi rızasıyla elini futboldan çekmeyeceğinden dönüşümün bireysel olarak başlaması gerekmektedir. Bunun için de insanları kölelikten kurtulabileceği bir hayata inşa etmek lazımdır. Her ne kadar bilişim teknolojilerinin gelişmesi insanlara alternatif bir yol sunsa da artan dünya nüfusu insanın meslekî ve sosyal değerini çok daha geriye götürmüştür.

Dünya, emeğe dayalı iş gücü ve çalışma saatlerinin iyileştirilmesi konusunda büyük bir dönüşüme gitmektedir. Hiç şüphesiz bu dönüşüm sırf birilerinin işçilerin haklarını geç de olsa teslim etmesinden değil iş dışında sosyal alanların genişlemesi sonucunda uzun saatler çalışacak işçi bulunamamasındandır.

Değişim, sosyal boyutuyla zaten gelmektedir. Asıl iş, bunun hukukî boyutunu ele almak ve işçileri bundan en çok kârlı çıkacak şekilde kurtarmaktır. Futbolun mesajları, futbolcuların duruşu, artan çalışma yükü ve maç trafiği hakkındaki görüşleri ve bununla birlikte toplumu nasıl etkiledikleri yakın gelecekteki dünyamızın şekillenmesinde belirgin rol oynayacaktır.

Futbolun susması, yediği kaba pislemesi demektir. Kitleler, sessiz yığın demektir ve bu sessiz yığınların statükonun zehirli düşüncelerinden kurtulmasının tek yolu, futboldan geçmektedir.