1.1. Slavoj Zizek Kimdir?
Slavoj Zizek, 1949 Yugoslavya doğumlu filozof. Özellikle Hegel ve Marx’ın etkisi altında kalmış bir aydınlanma düşünürüdür. İdeoloji, cinsellik, küreselleşme gibi birçok konuda kitabı bulunmaktadır. Kitapları Türkçe de dâhil olmak üzere birçok dile çevrilmiştir. Bugün için yaşayan düşünürler arasında hatırı sayılır bir yerinin olduğunu da eklememiz lâzım.
Aslında Türk halkı da Zizek’e pek yabancı değildi. Daha önce NTV yayına Cüneyt Özdemir’in konuğu olmuş ve Boğaziçi Üniversitesi’nde konferans düzenlemişti.
Zizek, Koronavirüs‘ün hayatımıza girmesiyle bize kendisini yeniden hatırlattı. Çeşitli basın-yayın-medya kuruluşlarına yaptığı açıklamalar ve yazdığı “Pandemic!: Shakes to World” kitabı dünyada çok konuşuldu.
Henüz Türkçeye çevrilmemiş bu kitabı ve verdiği demeçler -millet olarak yabancı dile hep yabancı kaldığımızdan- direkt konu olmasa da “komşuda pişen bize de düşer” misâli Avrupa’da yapılan tartışmaların kırıntılarından biz de nasiplenebildik.
1.2. “Sevgi, Kötülüktür” Ne Demek?
Cemiyetimiz Zizek’i bir sözünden tanır: Sevgi, kötülüktür!
Çeşitli tartışma ortamlarında bu sözün tartışma konusu olduğunu gözlemledim. “Sevgi, Kötülüktür.” önermesine olumlu yaklaşanlar olduğu gibi olumsuz yaklaşanlar da vardı ama olumsuz yaklaşanların sayısı, olumlu yaklaşanlardan kat be kat fazlaydı.
Ancak ben, Zizek’in “Sevgi, kötülüktür.” ifadesinin tam olarak anlaşılmadığını düşünüyorum.
Söz, anlamını içinde taşıdığı gibi (Derrida) sözü kimin söylediği de önemlidir. (Foucault) Bir de bağlamı ele almalıyız ki bu yüzden Zizek’in sözüne bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmalıyız.
Zizek tam olarak: “Evren karşısındaki kendiliğinden tavrım ne olurdu? Herhâlde çok karanlık bir tavır olurdu. Birinci tez olarak tam bir boşunalığı ve yararsızlığı öne sürüyorum. Temelde “hiçbir şey” var. Kelimeyi gerçek anlamında kullanıyorum. Sonuçta yitip giden nesnelerin kırıntıları gibi. Evrene bakın, büyük bir boşluk. Ama sonra şeyler nasıl ortaya çıkıyor? Burada kuantum fiziğine kendiliğinden bir sempati duyuyorum. Evrenin pozitif yüklü bir boşluk olduğu fikri hâkim. Ama sonra bazı şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor. Bu fikir benim çok hoşuma gider. Var olanın sadece “hiçbir şey” olmadığı, orada bazı şeylerin olduğu gerçeği. Bu da bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiği anlamına geliyor. Yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik, kozmik felâket olduğunu ve şeylerin bir hata sonucu var olduklarını söylüyoruz. Hatta ben daha da ileri giderek buna karşı koymanın tek yolunun hatayı üzerimize alıp sonuna kadar gitmekten geçtiğini öne sürüyorum. Buna bir de isim bulmuşuz. “Sevgi” diyoruz. Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? “Dünyâyı seviyorum” veya “evrensel sevgi” gibisinden kavramlardan oldum olası iğrenmişimdir. Ben dünyayı sevmiyorum. “Dünyâdan nefret ediyorum” ile “dünyayı takmıyorum” arasında bir yerlerdeyim. Ama gerçekliğin tamamı bundan ibaret. Çok aptalca. Bu var ve ben onu umursamıyorum. Benim için sevgi, aşırı derecede şiddet içeren bir eylem. Sevgi “hepinizi seviyorum” demek değil. Sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var. Bu şey küçük bir ayrıntıdan, kırılgan bir bireyden ibaret dahi olsa diyorum ki seni her şeyden çok seviyorum. Bu gayet resmî mânâda sevgi kötülüktür.” diyor.
Bu açıklamayı okuduktan sonra aklımızda şu üç önerme kalıyor: Evrenin temelinde hiçbir şey olmadığı, sevginin şiddet içeren bir seçim olduğu ve buna bağlı olarak sevginin kötülük olduğu.
1.3. Metni Çözümlemeye Çalışalım
Ancak biraz daha dikkâtli bir gözle bakarsak metnin küçük ama önemli ayrıntılarla dolu olduğunu; bu küçük ayrıntıların gözümüze çarpan yukarıda sıraladığımız şu üç yargıyı hem destekledikleri hem de bu üç yargının çözümüne kolaylık sağladığını fark ediyoruz.
Hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamak adına Zizek’i satır satır incelememiz gerekiyor ve biz de aynen böyle yapacağız.
1.4. Evrenin Temelinde Hiçbir Şey Vardır
Zizek, önce evrenin temelinde hiçbir şey’in var olduğunu savunuyor. Evren karşısındaki tavrının olumsuz ve karanlık olacağını söylüyor. Evrenin bir amacı olmadığını, şeylerin kendi hâlinde olduğunu söylüyor. Zaten Zizek, evrene baktığında büyük bir boşluk görmektedir. Bu boşluk da hiçliğin kendisidir.
Zizek, daha sonra konuşmanın bağlamından beklenmeyecek bir şekilde kuantum fiziğine referans veriyor ve kuantum fiziğine sempati duyduğunu, evrenin pozitif yüklü bir boşluk olması fikrinin hoşuna gittiğini söylüyor.
Başta evrene karşı karanlık bakan, temelde hiçbir şey olmadığını savunan Zizek, bu ifadeleriyle fikrini değiştirmiş gibi görünüyor(?)
Peki başta evrene karşı karanlık bakan birinin, evreni pozitif yüklü bir boşluk olarak kabul etmesi onu iyimser yapmaz mı?
“Ama sonra bazı şeyler ortaya çıkıyor ve boşluğun dengeleri bozuluyor.” ifadesi Zizek’in asıl anlatmak istediğiyle ilgili ilk önemli ipucunu veriyor. Zizek’e göre başta hiçbir şey yoktu. Her şey pozitif yüklü bir boşluktu. Ancak bir şeyler ortaya çıktı ve bu denge bozuldu. Bu pozitiflik yerini negatifliğe bir diğer ifadeyle kaosa bıraktı.
Hatta şöyle ekliyor: “…Var olanın sâdece “hiçbir şey” olmadığı, orada bazı şeylerin olduğu gerçeği.” Burada apaçık bir Optimistic Nihilizm fikrinden bahsedebiliriz.
1.5. Yaratılış, Kozmik Bir Dengesizlik
Zizek, ikinci çok önemli ipucunu ise ilerleyen cümlerinde veriyor. “Yaratılışın bir tür kozmik dengesizlik, kozmik felâket olduğunu ve şeylerin bir hata sonucu var olduklarını söylüyoruz.” İşte bu söz, Zizek’in niyetini tam olarak açığa çıkarıyor. Zizek, burada dinlerin yaratılış olayına karşı çıkıyor. Dinlere göre yaratılış, müthiş bir armonidir. Mucizevîdir ve fevkalâdelik taşır. Dine göre evren de olağanüstü güzelliklere sahiptir. Oysa bilim bunu söylememektedir. Zizek’in baktığında gördüğü şey de armoni değil kaostur. Zizek’in bakış açısı da böyledir. Kuantum fiziği kendi bakış açısını doğruladığı için kuantum fiziğine sempati duymaktadır.
Zizek, konuşmasının başında evren için boşunalığı ve yararsızlığı savunuyorum demişti. Burada da yaratılma olayının bir hatâ, bir felâket sonucu olduğunu söylerek baştaki yargısını kuvvetlendirmektedir.
O hâlde sorun; yaratan, dolayısıyla da onun yarattığı iledir. Yaratma olayı başlı başına bir hatâdır. Var olan dengeyi bozmuştur. Evrendeki düzeni bozup kaosu getirmiştir.
Zizek, bu yanlışa karşı koymanın bir yolu olduğunu söylüyor. Bu yanlışı düzeltse düzeltse insan düzeltir. Bu yüzden insan bu hatayı kabul etmeli ve sonuna kadar gitmelidir. “Buna bir de isim bulmuşuz. “Sevgi” diyoruz. Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi?“ sözleri sevginin kaynağına inmektedir. Dinlere göre “mutlak iyi” (?) Tanrı, yarattığı evreni sevmektedir. Yarattıklarını zaten sevdiği için yaratmıştır. Bu durum tasavvuf geleneğinde de böyledir. Tasavvufta varlığın özü aşk ile açıklanır ve varlığa geri dönmek ancak onu sevmekle mümkündür.
Yaratılma eyleminin sorunlu olmasının nedeni ise Yaratan ile Yaratılan arasındaki sevgidir. Sevgi,Yaratan ile yaratılan arasında olmuş bir şeydir. Bu sevgi, sonucunda kaosu doğurmuştur.
1.6. Evrenin Merkezindeki Sevgi
Yine İslâmiyet’te Yaratan, yaratılan, aşk üçgeni sıklıkla karşımıza çıkar. Beşerî aşk yalnızca Allah içindir. İslâmiyet’te yalnızca Allah için sevilir. Sevilen kişinin de kalbinin Allah sevgisi ile dolu olması gerekmektedir. Tasavvuf geleneği bu durumu biraz daha ileriye götürerek beşerî aşkın ilâhî aşka ulaşmak için bir basamak olduğunu iddia etmiştir. Dîvan Edebiyâtı, bu ilâhî aşkın işlendiği tasavvuf geleneğinden birinci elden bolca beslenen bir edebî dönemdir.
Yaratma, yaratılan ve yaratma kavramlarından bahsetmesi bir aydınlanma düşünürü olan Zizek’i deist yapmaz. O, her aydınlanma düşünürü gibi ateisttir.
Son bölümde ise sevginin kapsayıcı değil kayırıcı ve ayırıcı bir yönü olduğundan bütün dünyayı sevmenin mümkün olmadığını, o hâlde sevginin kötülük olduğunu söylüyor. Zizek; sevginin kökenin yaratılmada olduğunu, sevginin hiçlikteki dengeyi bozduğunu, yaratılmadaki dengesizliğin sevgiden kaynaklandığını, sevginin seçim özelliğine vurgu yapıp şiddet içeren bir eylem olduğunu söyleyerek sevginin kaosa yol açtığını, bu yüzden de sevginin kötülük bildiren bir şey olduğunu söylüyor.
1.7. Deve, Aslan ve Çocuk
Nietzsche insanlığın üç aşamasından bahseder: Deve, arslan, çocuk. Deve aşamasında, insan bütün değerleri olduğu gibi kabul eder. Arslan aşamasında değerlere karşı gelir ancak bir çıkış yolu bulamaz. Bu aşamada ya intihar edecektir ya da bir üst aşama olan çocuk aşamasına geçip kendi değerlerini üretecektir.
“Sevgi, kötülüktür.” deyip insanları suçun bizde olduğunu kabul etmesine ikna etmekle varılabilecek bir nokta yoktur.
Biz, sınırlı yetilerimiz ile sevgiyi kavrayamayız. Bu yüzden hepimiz sevgiyi yaşantı ve kendilik süzgecinden geçirerek farklı şekillerde algılarız.
1.8. Aşk ve Kültür
Aşk, ışk kelimesinden gelmektedir ve kelime etimolojik olarak sarmaşık kelimesiyle ilişkilidir. Aşk, aşeke fiilinden gelir ki bu fiil aşırı sevmek anlamında kullanılır. Sevdâ da esved (kara) sözcüğü ile aynı köktendir ve “sevede” fiilinden gelmektedir. Türkçede bu durumu kara sevdâ ile ifade ederiz.
İngilizcede ise “like” ve “love” ilişkisi vardır. Kimi berâberlikler “like” seviyesinde kaldığı gibi bazen bu “like” (hoşlantı) “love” seviyesine de çıkabilmektedir.
Durkheim, aile kurumunun korunma ihtiyacından ortaya çıktığını söyleyerek son derece doğal olduğunu savunur. Sevgi de böyledir. Son derece doğal ve içgüdüseldir. Gelenek veya modernite -her ne olursa olsun- sevgiyi yanlış anlamış ve yanlış yorumlamışsa burada suç, sevginin kendisinde mi yoksa insanlarda mıdır? Bence burada suç, kimsede değildir. Yalnızca çağlara, insanlara göre değişen değer yargıları vardır.
Son derece doğal bir kavram olan sevgiyle kavga etmek yerine onu onarmaya, yeniden yapılandırmaya, yapıcı bir şekilde ele almaya çalışsak içinde bulunduğumuz kaosu dindirmek adına daha yerinde bir iş yapmış olmaz mıyız?
1.9. Sevgiyi Yeniden Tanımlamak Mümkün Mü?
Sevginin bir seçim olduğuna kimsenin itirazı yoktur. Ancak “Ben herkesi seviyorum” demek, herkesi sevmek demek de değildir. Bir insan teknik olarak herkesi sevemez çünkü bu, sevginin doğasına aykırıdır. Ama bir kişi yüzünden herkesten nefret edebilir. Hepinizi seviyorum dediğimizde saplantılı bir ruh hâli içerisinde olmadığımızı söylüyoruz. Ben herkesi seviyorum demek “benim kimseyle kişisel bir derdim yok ve olamaz da. Kimseye karşı kötücül bir önyargım yok.” demek.
Dünyayı sevmek konusuna gelince insan, kavgadan kaçınmak adına çevresi ile uyum içerisinde olabilir. Hayatından memnundur. Bu, o kişinin kendi motivasyonudur. Onun dünyası balkonundaki saksısıdır, kapısının önündeki çiçektir. Emek verir, kendi dünyasını güzelleştirir. Bu dünyadan da son derece memnundur. Olamaz mı?
“Dünyadan nefret etmek ve dünyayı takmamak arası bir yerde olmak…” Bu son derece kibir içeren bir ifade. Kibir ise her şeyden önce büyük bir insanlık suçudur. Kötülüğün asıl kaynağı kibirdir.
Ayrıca Zizek’in dünya görüşünü de hesaba kattığımızda bu sözün Zizek tarafından samimiyetle söylenmesine imkân yoktur. Zaten Jordan Peterson’a karşı çıktığı nokta da burada yatmaktadır. Peterson, bireyin önce kendi dengesini sağlamasını salık vermektedir. Bunu da “Önce odanı topla.” olarak ifade etmektedir. Buna mukabil Zizek de bu görüşe katılmakla birlikte bireyin sorunlarının daha çok toplumsal boyutta olduğunu, toplumu düzeltmekle bireyin düzeleceğini savunmaktadır.
1.10. İyi ve Kötü Nedir?
İyi, edgü kelimesinden gelmektedir. Ed değerli mal, ipek isim kökü ile gü isimden isim yapım ekinden meydana gelmiştir. Bir diğer görüş Edgü sözcüğünün ed– (et– yap-) fiilinden +gü fiilden isim yapım ekinden türediğini söylemiştir.
Kötü kelimesinin etimolojik kökenine tam olarak inemesek de “göt” kelimesiyle alâkalı olduğu görüşüne hak vermemek elde değil. Göt “geri, arka” anlamında kullanılır. “Götün götün gitmek” deyimi bu bağlamda açıklanır. Organ olan Göt’e aynı zamanda “kaba et” adı verilmesi kaba ile kötü arasındaki anlam ilişkisi üzerine bizi düşündürüyor.
İngilizcede başlarda good kelimesinin karşıtı olarak evil kullanılıyordu. Evil, Türkçeye kötü bir fiilde bulunma durumunda olarak çevrilir. Bad kelimesi ise sık kullanılmıyordu ancak bad de İngilizcenin en eski kelimeleriden biridir ve Farsça ile ortak kökenden gelme teorisini hatırlatır. Farsçada Türkçeye de geçen “bed” kelimesi ile aynıdır. Türkçeye çevrilirken isim olarak “kötü” diye çevrilir.
God (Tanrı) ile Good (iyi) arasında anlam ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Hele hele buna başlarda İngilizcede Good’un karşıt anlamlısının Evil olduğunu bildikten sonra.
İngilizce, böyle anlam ilişkilerine fazlasıyla gebe bir dil. (Bak. Met~ Meet) Bilindiği üzere devil da şeytan anlamına gelmektedir. “Mutlak iyi” olarak algılanan Tanrı, doğası gereği her zaman iyi olanla; “Mutlak kötü” olan yoldan çıkarıcı Şeytan ise kötü olanla ilişkilendirilmiştir. O hâlde “Sevgi, kötülüktür.” önermesi son derece modern bir algılayışa sahiptir. Çünkü gelenek dışıdır. Bütün kötülüklerin kaynağı sevgiyse o hâlde birbirimizi ne kadar sevmez, birbirimizden ne kadar uzak durursak kötülüğü o kadar engellemiş mi olacağız? Karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan toplumlarda kötülük daha mı az görülmektedir? Sevgiyi hayatımızdan attığımız an hayatımızı tek bir kavram doldurur: Nefret! Zizek de zaten hayatının nefret kavramı ile dolu olduğunu “dünyadan nefret ediyorum” diyerek söylemektedir. Dünyadan nefret etmenin ise bir şeye yarayacağını düşünmüyorum. Tıpkı “dünyâyı sevgi kurtaracak” sloganına inanmadığım gibi…
Sevgi, sev- fiilinden gelmekte olup +gi yapım ekiyle soyut bir kavramın ad olmuş formudur.
Sevgiyi hissettiğimizi söyleriz. Sevgi, hissedilebilirdir. Akılla kavranacak bir yapıda değildir. O yüzden mantıklı bir açıklaması yapılamaz.
Sonuç
Zizek, tamamen haksız değildir. Varoluştan nefret eden birinin, sevmeye olumlu bir anlam yüklemesi büyük bir çelişki olurdu. Bu bağlamda baktığımızda Zizek, kendi içerisinde son derece tutarlı görünmektedir. Ancak bir şeyin kendi içerisinde doğru olması, onun (mutlak) doğru olduğu anlamına gelmez. Bir şeyin (mutlak) doğru olabilmesi için başka düşünce evrenlerinde de doğru sonuçlar vermesi gereklidir.
Zizek’in önermesi de belirli durumlar için doğru kabul edilebilse bile yukarıda bahsettiğimiz kapsayıcılıktan uzaktır. Ayrıca bu önerme, Zizek’in kendi duygusal tecrübesinin bir sonucu olup yalnızca Zizek’i bağlamaktadır.
Sevmek, kendini ispat değil insanlara seni sevmesi için nedenler sunabilmektir. Her ne kadar seven, sevilenden üstün olsa da insan ancak hem sevdiği hem de sevildiği bir ilişkide kendini tamir edebilir. İnsan, ârızadır ve insan olmak, “insana özgü olan bu ârızaları törpüleme çabasıdır.
Her ne kadar sevgi, tek başına yeterli olmasa da sınırlı algımız bize sevgiye sıkı sıkıya tutunmaktan başka bir çare bırakmıyor.