Bütün coğrafya tanımları, coğrafyanın dağılış ve neden sonuç ilkelerinden hareketle beşeri sistemleri ve yeryüzünü araştırdığı üzerinde anlaşmaya varmıştır. 

Coğrafya; fizikîbiyohidrobeşeriekonomikve bölgesel coğrafya olmak üzere uzmanlıklara ayrılır. 

Bütün bu uzmanlıklar altında başka başka alt alanlar da olup bu alt alanlar da kendi içersinde uzmanlaşmayı gerektirir. 

Karıncaların hareketlerini takip ederek depremi önceden bildiklerini iddia eden yerli ve millî sözde bilim adamlarımız, özdeyse kanaat önderleri, bunları kamuoyuna anlatmaya çekindikleri için söyleyeceklerimin garip gelmesi oldukça doğaldır. 

Depremin şiddeti ve büyüklüğü farklı anlamlara gelir. Şiddet, büyüklük demek olmadığı gibi bu iki kavramın birbiri yerine kullanılması büyük sorunlara yol açmaktadır. 

7.8 ve 7.6 gibi rakamsal ifadeler depremin büyüklüğünü ifade etmektedir. 

Oysa depremde kaç binanın yıkıldığı, kaç canın bu dünyadan göçtüğü ise bize depremin şiddetini verir. 

Maraş’ta olan bir deprem, Samsun’da aynı şiddette hissedilmez. Çünkü Samsun, fayın enerjisini boşalttığı merkez üssünden oldukça uzaktır. Bu da yine şiddet kavramıyla açıklanır.

İlki Fizikî Coğrafya’nın, ikincisiyse Beşeri Coğrafya’nın alanına girmektedir. 

Yerleşim yerlerini fay hatlarının uzağına kurmak, depreme dayanıklı binalar inşa etmek, şehir planlaması yaparak şehirlerin silüetini korumak, Beşerî Coğrafyacıların işidir.

Fay hatlarının yerlerini belirlemek, enerji birikimlerine karşı insanları uyarmak da Fizikî Coğrafyacıların işidir. 

Diğer husus ise Tarihî Coğrafya’dırTarihî Coğrafya ise bir mekânın “geçmiş zamanda” fizikî, beşerî, ekonomik ve bölgesel coğrafya özelliklerini araştırır. Güneydoğu’da tarih boyunca kaç deprem olmuştur ve bu depremler ne kadar sıklıkla tekrarlanmaktadır, depremlerin şiddeti ne olmuştur ve bu depremlerin bölge demografisine, ekonomisine ne gibi etkileri olmuştur gibi soruları bize tarihî coğrafya verir.

Tarihî Coğrafya ile Coğrafya Tarihi de çokça karıştırılan iki kavramdır. Coğrafya Tarihi, bir bilim dalının tarihi olup Bilim Tarihi disiplinin bir alt koludur. Tarihî Coğrafya ise Coğrafya disiplinin alt dalı olup coğrafî özelliklerin tarihini araştırır. 

Maraş depremlerinin bir türlü sarılamayan yaraları, bizim âfet yönetiminde zayıf ancak algı yönetiminde oldukça iyi olduğumuzu ortaya koymaktadır. Hatay’da 7’den büyük bir depremin olması bilimin bağırdığı bir mukadderdir. Ancak buna karşılık, fay hattı üzerine yerleşim yeri kurmak, kaçak kat çıkmak, kolonları kesmek, malzemeden çalmak, üstüne bir de imar barışı getirmek depremin yıkıcılığını artırmıştır ki bu da bir cinayettir. 

Bilimi rehber edinmek ile bilime tapmak, ayrı şeylerdir. Bilim; hayatı açıklamak, evreni anlamak için vardır. Bilim, tapılacak bir nesne veya varlık değildir. Bilim; varlıkların ve nesnelerin üzerindedir. -ötesinde değil- Dolayısıyla bilime tapılmak gibi bir yanlış, bilimden uzaklaşılmakla telafi edilemez. Hiçbir yanlış, bir başka yanlışla düzeltilemez. 

Birbirini yiyerek üste çıkma anlayışına dayanan bir medeniyetin, daha inşa edilirken çökeceği zaten belliydi. Türkiye’de hızlı şehirleşmenin olumsuz etkileri, 99’da olduğu gibi yine ortadadır. Ancak günü kurtarmak üzerine kurulu siyaset anlayışı da şehirleşmenin tüm olumsuzluklarından faydalanmakta, bundan oy devşirmekte ve yıkımın şiddetini artırmaktadır. 

99’dan çıkarılmayan derslerin 2023’ten çıkarılmasını beklemek her ne kadar hayalcilik olsa da umudumuz hep olumludan olacaktır. Ancak bilimin, kitabın, irfanın, nezaketin dışlandığı bir toplumun birçok felâketlere maruz kalması kaçınılmazdır. 

Unutulmamalıdır ki depremin büyüklüğü richter, şiddeti ise vicdan ve ahlâk ölçeğiyle ölçülür.

Türkiye’nin bir istikâmet değişikliğine ihtiyacı vardır…